29 Mayıs 2011 Pazar

UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (4)

TADINA DOYULMAZ BİR ZAFER! / Bedri Baykam

Artık kartlar Fenerbahçe nin eline geçmişti… yani rakibin sonuçlarına bakmadan “ben her maçımı alırsam zaten şampiyon olurum” durumları… İyi de daha oynanacak koca 10 maç vardı! Daha henüz o noktada “nasıl olsa her maçı ben çıkıp alırım” denecek bir durum yoktu ki… şampiyonluk teoride değil, emekle, terle, şansla, inatla, hırsla sahada kazanılacaktı ve maraton hala çok uzun sayılırdı. 10 maç değil, 2 saniyede ligin kaderinin değişebildiği bir ortamda daha cehennem kazanı kaynamaya devam edecekti.
Lider olarak çıkılan ilk maç, zor bir perspektif çiziyordu. Gençlerbirliği Ankara’da daha önce Fener’e çok çelme takmış bir takımdı. Buna rağmen zor hava şartlarında sarı lacivertliler maça iyi başlamış, önce Lugano’nun tipik bir ceza sahası golü, ardından bir Alex penaltısı, oyunu 2-0 a taşıyıvermişti. Ama erken sevinç kısa sürdü… G. Birliği, devre bitmeden 2-2 beraberliğe ulaşıverince 2. Yarı tabii ki azap içinde başladı. Ama Niang’ın golüyle öne geçen Fener ardından Santos tan yıl boyunca göreceği “maç kopartıcı” gollerden biriyle skoru 4-2 ye taşıdı ve 3 puana ulaştı.
Ertesi hafta içeride Konyaspor maçı vardı. Düşme tehlikesini iliklerinde hisseden Konyaspor’a karşı sarı lacivertliler iki santrforlarıyla sonuca gittiler, ilk yarıda Niang, 2. Yarıda Semih maçı 2-0 a bağlarken korkulan çelme yine yaşanmamıştı. Ama Trabzon’da her hafta kazanmaya devam ediyor, fark bir türlü açılamıyordu. Zaten liderliğe ulaşmadan da hep Sivas veya Manisa gibi maçlarda son dakika golleriyle maçı kurtarmışlardı. Şimdi de bu galibiyet dizisi sürüp gidiyordu.
Sonra sıra kim ne derse desin “büyük” bir maça geldi. O anda ligde kaçıncı olursa olsun, Galatasaray, Fenerbahçe karşısında daima bir tehlikeydi. Hem de son 10 yılın ağır sarı-lacivert hegemonyası altında süren istatistiklerine rağmen. Maç sarı-kırmızılıların henüz yenilgi yüzü görmedikleri yeni “Telekom Arena” adıyla anılan, resmi adı çelişkili stadlarında oynanacaktı. Bu arada Fenerbahçe’ nin anlaşılmaz şekilde Cimbom’a hediye olarak yolladığı Kazım, ilk defa Fener’e karşı yeni formasıyla oynayacaktı. Maç hızlı başladı. Kazım da golünü atıp Aykut hoca’nın kulübesine doğru hareketlenince, gerilim daha da arttı. Yoksa Fenerli yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor, Kazım’ın bu gereksiz dengesizliklerinin boyutlarını mı hesaplıyorlardı? Sonuçta çok saçma bir davranıştı bu ve Kazım’ın içinde o iç hesaplaşmaların henüz çözümlenemediğini gösteriyordu. Maç bu skorla 2. Yarının 2. Yarısına kadar taşınırken, Arena keyiften yıkılıyor, seyirciler sezonun pansumanını bu maçla yapacaklarını umuyorlardı. Taa ki Alex 75. dakikada o frikiğin başına geçene kadar. Alex’in kan kardeşi Semih, kaptan’ın yanına gitti ve “öne kes gerisini bana bırak” dedi. Alex siparişi milimetresine kadar buyur edince Semih fırlayıp vurdu kafayı: 1-1! Sonra bu golün şaşkınlığı geçmeden sağdan Gökhan Gönül’ün kestiği ortaya Alex o mütevazı boyuyla onca stoper ve bek arasından o “falsolu” kafayı köşeye nasıl yollayabildi, hala Arenada bunu anlayabildiklerini sanmıyorum! 4 dakika sonra maç bitmiş, sarı lacivertliler yine inanılmazı başarmışlardı. “Adresin farklı, kaderin aynı” tişörtleri bu durum için önceden üretilmişti ve hemen giyildiler. Yorumsuz…
Ardından sıra Bursaspor maçına geldi. Beşiktaş ve Cimbom’u deplasmanda yendikten sonra, Bursasporla geçen yıldan kalan hesaplaşma vardı. Ama olmadı işte o maç. Üst üste gelen 10 galibiyetten sonra seri duruverdi. Verilmeyen penaltı iddialarını gündeme taşımak bir işe yaramazdı. O hafta Konya yı 1-0 yenen Trabzon, liderlik koltuğuna tekrar oturuverdi. Bitime 7 hafta kala ipler tekrar Trabzon’un eline geçivermişti. Başa gelen çekilecek, tekrar umutla bir Trabzon puan kaybı beklenecekti.
Ertesi hafta zor Eskişehir deplasmanında korkulan yaşanmadı ve Caner, Niang, semih golleriyle maç 3-1 kazanıldı. Üstelik moral bozukluğuna rağmen iyi bir oyun sergilemişti Fenerbahçe. Esas kilitlenmiş zor maç ertesi hafta Saraçoğlu’nda sotaya yatmış bekliyordu: Gaziantep, Fenerbahçe’ye kök söktürüyor, maç bir türlü çözülemiyor, dakikalar kum saati gibi eriyip gidiyordu. Aykut Hoca orada 2. Yarının ortalarında oyuna Stoch’u aldı. Son haftalarda hiç oynatılmayan Slovak, o andan itibaren ligin kaderine ağırlık koyan oyuncu olacaktı. Stoch çalımları ve pire gibi sağa sola koşmalarıyla rakibi dağıtıyor, defansı yıpratıyordu. Hakem oyunu 4 dakika uzattı. O dakikalar da erirken o anda puan farkı 4 e yükselmek üzereydi. Stoch son 20 saniyeye girildiğinde ince çalımlardan sonra kalecinin soluna şutunu son şans olarak çekti. Top direkten sekti ve … orada bekleyen Santos’un önüne geldi. Brezilyalı yıldız sol ayağının içini raket gibi tuttu ve top anında Antep filelerini hışımla boyladı. Bu golün yarattığı sevinç, şampiyonluk gibi bir tavan yaptı tribünlerde: ateş sönmemiş, umut ışıldamaya devam ediyordu!
Ertesi hafta maç Buca’daydı. Aykut Kocaman onca işi arasında o stresli günlerde,bıçaklı saldırıya uğradığım o melun haftada beni ziyarete gelmişti hastahaneye. Gözüm yaşardı yatakta. “Sevgili Aykut, tüm çocuklara selam söyle, özellikle Alex’e” dedim. “Tabii” dedi her zaman ki ”insan” duruşuyla… Hastanede seyrettim o maçı. Şeffaf çorba ve su içerek.Bir gün önce beklediğim olmuş, Trabzon Eskişehir’de0-0 la takılmıştı. Aynen bizim puan kaybettiğimiz Bursa maçında olduğu gibi, yoruma açık pozisyonlar olabilirdi, vardı. Ama sonuç değişmezdi artık. Kayıp puanlar yeniden eşitlendi ve liderlik şansı doğdu. Sonra İzmir’de maç nihayet başladı. Hayret’ Her şey de inadına kötü gidiyordu. Henüz düşmemiş olan Buca kök söktürüyor, hatta golleri peş peşe buluyordu. 2. Yarıda Kocaman Semih ve Stoch’u sahaya sürerek beklenilen doğru hamleyi yaptı. Ama golleri sıralayan yine Buca’ydı. Buca 3-1 ileri geçmişti! Son yarım saate girildiğinde ağzımdan şu cümleler çıktı: “Şampiyon olacak takım, ligin dibindeki bir takıma yarım saatte 3 gol atamayacaksa zaten şampiyon olmasın” deyiverdim, hem de inançla. Sesim duyuldu mesajı yolladığım kaptan tarafından. Kaptan önce gereksiz yere tartışılan yüzde yüz haklı penaltıyı, ardından da kafayı ağlara bırakıp durumu 3-3 e getiriverdi! Mucize sürecekti anlaşılan… Sonra Aykut Kocaman sezonu en beklenilmedik hamlesini en beklenilmedik anda yapıverdi: sahaya sürülen isim o sezon yalnız bir kere7 dakikacık oynamış Guiza’ ydı! İspanyol emekli gol kralı sahaya girerken, arkadaşlarına sağda oynayacağını hemen bildirip, ileri koşmaya başladı. 25 saniye sonra sağdan Semih nefis bir top kaldırdı Ispanyol’un koşu yoluna. Sanki bunu her maçta yapıyorlardı! Guiza rakibiyle paralel koştu ve çıkan kaleciden de istifade ederek, sağ ayağının içiyle 4-3 ü getiren golü atıverdi. Sahaya girelihenüz 40 saniye olmuştu! Sonra maç bitsin artık diye Fenerliler kurdeşen çıkarırken, Santos soldan jet tren hızıyla dalıp son dakikada maça kepengi indiren golü attı. Ligin lideri tekrar sarı-lacivertliler olmuştu!
Ertesi hafta “lider” sahasında IBB ile oynuyordu. Son 2 maçın yıldızı Stoch, henüz 2. dakikada Antep maçında golle noktalanan şutunu bu sefer erken çıkarıp bu sefer kalecinin sağından filelere bırakıyordu. Alex de 45 de skoru 2-0 a taşıdı ve maç bitiverdi. Ertesi hafta Fenerbahçe ye kök söktürecek bir rakip vardı deplasmanda: Kardemir Çelik Karabükspor. Adi gibi çetin cevizdi. Fenerbahçe rakibinin orta sahayı kilitlemesine çare bulamıyor, pozisyon üretemiyordu. Sonra, 66. Dakikada 15 saniyeliğine Fener lider gibi oynadı. İnce bir Stoch-Alex paslaşmasından sonra kaptan Lugano’ nun bölgesine ince iş bir top yuvarladı. Normalde kornerden kafa arayan Uruguaylı bir anlık refleksle rakip defansın ıskaladığı topu önünde buldu ve sol ayağıyla altı pastan topu filelere bıraktı. Evet ışık yine sönmemiş, kazadan dönülmüştü!
Ertesi hafta artık herkesin dilinde “2 maç, 180 dakika” söylemi kalmıştı. Ne uzun bir yol katetmişti sarı lacivertliler… O 2. Yarı başındaki “şu ilk 2 maç” söylemi, artık tek beraberlikle “son 2 maç” a kadar gelivermişti. Rakip güçlü Ankaragücü ydü. İlk 23 dakika, maçın sanıldığı gibi çok zor geçeceğini teyid ediyordu. Hatta Volkan’ın kurtardığı bir ters topun filelere gitmesi işten bile değildi. Sonra Alex üst üste 3 penaltı kullanıverdi! Trabzonlular daha pozisyonları görmeden gürültüye başlamışlardı ama bu penaltılar kendilerine Antep maçında hediye edilen penaltı gibi değil, harbi penaltılardı.. Maç, Alex in rekor 5 gole bir frikik ve bir nefis aşırtmayla eklenen Bekir in golüyle 6-0 a gidiverdi ve birilerinin o anda kulakları çınladı… Korkulan olmamış, ve iş yine son maça taşınmıştı…
Sivas’a gitmeden önce herkesin dilinde “Fenerbahçe içindeki korkuyla nasıl baş edecek” sorusu vardı… Aykut ise “biz yalnız ileri bakıyoruz, geçmişe değil” sözleriyle güven verirken yılın tartışmasız yıldızı Alex, aynı sakin kararlılığıyla dümeni elinde tutan kaptan görüntüsü çiziyor, arkadaşlarına sükûnet ve moral aşılıyordu. Santos’un bu sefer ilk yarıda erken gelen soldan bindirme golü heyecan dalgası yarattı ama Sivas buna erken karşılık verdi. Ardından Selçuk un kaygan zeminde yine uzaktan vurduğu şutla sürpriz golü geldi. Maçın 2. Yarısında Fener 2 defa Alex ve Yobo ile farkı 2 ye çıkardıysa sonuncusu 91. Dakikada gelen Sivas golleri, maçın son salisesine kadar şampiyonluk yarışının canlı kalmasını sağladı. Herhalde hakem Fırat Aydınus da bu heyecana dayanamadı ki, 2 dakika uzatmayı 5 saniye bile aştırmadı! Evet tur başlayabilirdi artık, hem Sivas’ta, hem Bağdat caddesinde, hem Taksimde, hem tüm Türkiye’de…
Sarı lacivertliler, böylece 2006 ve 2010 kabuslarını tarihe gömerken, Volkan’dan Gökhan Gönül’e, Alex ten Emre’ye, Santos’tan Stoch’a, Semih’ten Lugano’ya, Niang’dan Topuz’a kadar tüm yıldızları ve klas işçileriyle, 18 maçta gelen 17 galibiyetle şampiyonluğu hakeden bir büyük yıla imza atmıştı. Yine de son anda hala rakibini tebrik edeceğine Fener’e saldıran Trabzon camiası, olayın rengine ve centilmenliğe zarar veriyordu. Fenerbahçe geçen yıl ligi son anda kaçırınca kimseyi suçlamamış, Bursa’ya saldırmamış, suç varsa onu kendi içinde aramıştı. Bu olgun duruş, çok kötü sezon başlangıcına rağmen, zaferi getirmişti. Bundan herkesin çıkarması gereken dersler vardı. Diğer bir nokta ise her yerde dillenen “efendim bu yıl 2 şampiyon var, kimse üzülmesin, ikinci yok” sözleriydi… Nedense hiç kimse bu sözleri geçen yıl Bursa şampiyon olduğunda Fenerbahçe için kullanmamıştı! İşte herhalde böyle bir şeydi “Büyük takım” olmak! Yalnız, kaderine razı, kimseden yardım almayan ve kendinden başka tutunacak dalı olmayan bir büyük camia olarak yaşamak. İşte İslam Çupi nin Fenerbahçe’nin büyüklüğü ile ilgili dile getirdiği sözler biraz da bunları ima ediyordu…
Şimdi sıra bu başarı çıtasını Kocamaaaan bir Avrupa seferine çevirme işlemine gelmişti. Yıl boyu az gülüyor diye eleştirilen Aykut Hoca’nın içinde yaşadığı fırtinalarla kaç kitap yazılırdı dersiniz?
Fenerbahçe’nin onun yönetiminde yıllardır aradığı ve Daumla ulaşamadığı sürekliliği yakalama şansı, belki Şampiyonluk kadar önemliydi…

1 yorum:

  1. "Tadına doyulmaz bir zafer" ne güzel bir tanımlama olmuş teşekkürler...

    YanıtlaSil