29 Aralık 2010 Çarşamba

“MAHÇUP” GENÇ SİVİLLER VE KUBİLAY / Bedri Baykam / 28 Aralik 2010 Cumhuriyet makalesi..


       “MAHÇUP” GENÇ SİVİLLER VE KUBİLAY              Bedri Baykam
        Geçen Cuma Türkiye yine bir AKP-YÖK atamasının doğal sonuçlarıyla çalkalandı… Manisa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli, Türk gençliğinin yüz akı TGB'lilerin Üniversite önünde “Atatürk’ten aldıkları yetkiyle”  yapmak istediği eylemi engellerken kabul edilemez bir üslupla öğrencileri okuldan atmakla tehdit etti. Aynı gece CNN'de bu konuyu tartıştık.
         Bu gençlerden Emre Öztürk, Genç-Sen grubundandı ve Hükümet baskılarına karşı doğal olarak son derece tepkiliydi. Bu arada kendisi siyaseti TGB'li gençler gibi yorumlamasa da, Manisa'daki öğrencilerin arkasındaydı. Ayrıca çok haklı olarak “Cumartesi Anneleri”nin dramını da hatırlatıyordu. Diğer genç ise, “Genç Siviller”dendi ve tüm yayın boyunca ait olduğu grubun tüm kaçınılmaz “mahcubiyet” durumunu temsil ediyordu. Bir yandan polis ve rektörün haksızlığını kabul etmeye çalışıyor bir yandan aylardır ortaya koydukları “Demokrat AKP” imajının yok oluşunu kabullenemiyordu! Bu “Mahçup”  hallerin bir faydası olmayacağını kendisine hatırlatıp 12 Eylül Referandumunda “Evet”çi grup olarak Tünel-Taksim arası yeri göğü inleten yürüyüşlerini bu sefer polis şiddetine karşı uygulayıp uygulamayacaklarını sordum. Yine anlaşılmaz örnekler verip kaçamak şeyler söyledi.
         AKP'yi en gülünç şekilde “demokrasi getiriyor” kavramı üzerinden savunmaya çalışan herkesin işi çoook zor! Hep bu abartılı çelişkilerle yüzleşmek durumundalar! Bu zor durumda debelenirken Genç Sivil Erkan Şen, konuştukça batağa saplandı. Silivri'yi hatırlattım, “onlar suçlarını bilir” deme küstahlığını gösterdi kendini hukuk yerine koyarak! Biraz kendi zaaflarıyla yüzleşmeye cesareti varsa Prof. Haberal’ın “Suçum Ne?”, Balbay’ın “Zulümhane”, ve Özkan’ın tüm Silivri kitaplarını okumasını önerdim. Fikir mücadelesinde öne çıkamayınca, “Genç Sivilimiz” benim hakkımda bir dizi yalan ve iftiraya başvurdu. Sırayla her birini canlı yayında çürüterek bu acınası tavrı deşifre ettim. En sonunda bunun da mahcubiyeti duruma eklenince program yöneticisini “Bedri Baykam’ı neden bu programa çıkardınız?” diye sorgulama cüretini gösterdi! Böylece tam temsil ettiği teomedyokratik kesimlerin tipik baskıcı yöntemlerinin sansürcü koltuk değneği rolüne soyunmuş oldu. Kendisi doğmadan gençlik hareketleri üzerine kitap yazmaya başladığımı ona bu vesileyle öğrettim! “Türban hoşgörücüsü”  bazı gençlerin her şeyden önce tartışma ahlakını hazmetmeleri lazım!
         Türkiye’de gençlik hareketlerini gündeme getirenler, genellikle hep 68'lilerden söz ediyorlar. Ama bir de onların abileri var… Demokrat Parti faşizmine karşı en cesur şekilde direnmiş olan 1960 devriminin öncüsü Üniversite Gençliği… Günümüzde AKP'nin AB standardında attığı dayaklardan bezmiş ve hangi partiye destek vermesi gerektiğini bilemeyen gençliğe tekrar hatırlatıyorum: size şiddet uygulayan, üniversitede siyasallaşmanıza izin vermeyen güçlere karşı siyasi bir adreste birleşmezseniz, bunun faturası ağır olacak, hem sizler için, hem ülke için… AKP'nin demokrasiye kökten düşman olduğunu keşfettikleri gün, ortaokuldan beri okudukları “demokrat” gazetelerin kendilerine nasıl yalan çözümlemeler pazarladıklarını da keşfetmiş olacaklar…
         Tabii 1960 gençliğinin de öncüleri var. Onların hikayelerini de zaten babamın Gençlik liderliği yıllarından, yani 40'ların sonu ve 50'lerin başından biliyorum. Ama onlara da model oluşturmuş başka bir büyük kahraman var. Onun adı Devrim Şehidi Kubilay…
         1987'de 1. İstanbul Bienali'nde Kubilay’ın katledilişi hakkında bir yerleştirme yapmış ve yaklaşan kara tehlikeyi haber vermiştim. Daha Muammer Aksoy cinayetine 2,5 yıl vardı. O günlerde bu çalışmamı abartılı bulanlar olmuş, “sanki böyle bir tehlike mi var?” diyenler olmuştu. Keşke onlar haklı çıksaydı… Geçen hafta Yeni Parti’nin daveti üzerine yönetmen Faik Ahmet Akıncı’nın büyük özverilerle çektiği “Kubilay” filminin özel gösterimine gittim. Çok zor şartlarda en düşük bütçeyle çekilmiş bu film, bu ülkede hala korkusuz yönetmenlerin de yaşadığını bize gösteriyor. Filmin bugünkü karanlık ortamda oynayabileceği salon veya TV kanallarının kuyruk oluşturup sıraya dizilmediklerini hatırlatmama gerek var mı? Filmi izlerken yine herkesin nutku tutuldu. Tebrikler! Ön sıra, aynen üç hafta önce izlediğimiz Utku Erişik’in oyununda olduğu gibi Silivri’de nöbet tutan kahramanlara ayrılmıştı. Onlar her gün yanı başımızda yaşamaya devam ediyorlar…

22 Aralık 2010 Çarşamba

KILIÇDAROĞLU ARTIK “LİDER”! / Bedri Baykam / 21 Aralik 2010 Cumhuriyet makalesi..


KILIÇDAROĞLU ARTIK “LİDER”!                    Bedri Baykam
        CHP Kurultay’ı beklediğimiz hava içinde ses getirdi. Yalnız Mustafa Kemal’in Partisine has son derece imrendirici ve coşkulu görüntüler Türkiye'ye yansıdı…
         Partinin Olağanüstü Kurultaydan önce topluma yansıttığı üç başlı görüntü belirli odaklarda ciddi bir kriz beklentisi yaratmış, hatta Partinin çatısının çatırdayabileceği sanılmıştı. Bunlar, ne mutlu bize ki, boş çıktı. Kılıçdaroğlu belirli dengeleri ve dolaylı da olsa bazı diyalogları güçlendirmek adına yoğun bir hazırlık dönemi yaşadı.“Çarşaf mı, blok mu?” tartışması da kurultayda bir kırılma yaratamadı. İl Başkanları “Başkan öyle istiyorsa ‘blok’ olsun” dedikten sonra o konu da kapandı.
         Kılıçdaroğlu konuşmasında genel seçime yönelik birçok mesajı ve ekonomik vaadi Türkiye’ye duyururken, başta demokratik Anayasa ve Parti içi Demokrasi olmak üzere, birçok konuda tekrar ideal bir Türkiye, ideal bir Parti profili sözü verdi.
          Başka bir listenin olmadığı rahat bir ortamda yapılan genel görüşmelerde ben de söz aldım. Yaptığım ilk hatırlatma, 2011 seçiminin Türkiye’de kuşatma atındaki demokrasi adına bir “tamam mı, devam mı?” yanıtı getireceği gerçeğiydi. Bu kurultayı Silivri'deki can dostlarımızın da, Mumcu, Aksoy, Kışlalı, Hablemitoğlu gibi şehitlerimizin de izlediğini ve onlara karşı da bir sorumluluğumuz olduğunu vurguladım. İki hafta önce Partinin üst düzey isimlerinden birinin yaptığı 68'lilerle ilgili gafı temizlemek için CHP gençlerinin Mustafa Kemal ve Deniz Gezmiş gibi anti-emperyalist bir çizgiyi temsil ettiğini ve bundan gurur duyduğunu hatırlattım. (Kürsüden indikten sonra elimi tutarak ağlayan 68'li Hanımefendi’nin gözyaşlarını ve Parti’ye yönelik haklı sitemini unutamam). Konuşmamı bitirirken aday olup listeye giremeyen hiç kimsenin, Türkiye en kritik seçimine doğru yol alırken küsme veya istifa etme hakkı olmadığını ısrarla vurguladım.
         Tabii Parti yönetiminin de en azından benzer kaygıları taşıdığını topluma yansıtması lazımdı. Yapılan blok liste, açık konuşmak gerekirse, gerekli dengeleri pek gözetmiyordu. Bazı eleştirileri gündeme getirirken, CHP'yi korumak ve bu “İktidara Yürüyüş Kurultayı” na zarar vermemek için isim kullanmayacağım. Ama "açılım" adına, çeşitli farklı isimlerin alınması Kılıçdaroğlu için ne kadar önemli ise, halkın yakından tanıyıp güvendiği demokrat-cumhuriyetçi isimlerin bulunması da bir o kadar önemliydi. Parti Meclisi'nde yer alanların en az yarısını, bırakın kamuoyunu, partililer bile tanımıyorsa, bu Partinin halkla olan bütünleşmesinde sorun yaratabilir. Mesela Parti içi odakların malum isimlerini dışlamanın ötesinde, biraz da korkulan bir şekilde Kılıçdaroğlu'nun listesi, bu ülkenin Atatürkçülerinin yüreğine su serpecek isimleri, birkaç istisna dışında listeye almadı. Kimse çıkıp “Efendim nereden çıktı bu, Atatürkçülük kimin tekelinde, zaten kim karşı çıkmış” demesin.
Bu konuda “CHP'yi medyokrasi yönlendirmesin” demiştik. AKP propagandisti gibi çalışan medyadaki kimi isimlerin CHP ana kadrosuna “şu girsin, bu girmesin” diye yaptıkları baskı sonuç vermiş gibi bir hava oldu! Defalarca söyledik ve söylemeye devam edeceğiz: CHP, kimi "özel" vakıfların, liberal medyanın önerdiği şekilde AKP'ye benzeyerek toplumla “kucaklaşacaksa”, hiç kucaklaşmasın daha iyi! Aynı yolda, ANAP ve DYP'nin nasıl siyasi bir iflasa uğradıklarını hatırlamayan var mı? Mesela CHP'nin demokratik bir tüzüğe erişmesini isteyen ve bu yönde somut çalışmalar yapmış kişilerin listeye alınmaması, Parti içi demokrasi sözlerinin uçuştuğu bir kurultayda pek tutarlı durmadı.
         CHP, Cumhuriyet Mitingleri kitlelerini yok sayarak iktidar olamaz. Kimse ölümcül bir hata yapıp, Atatürkçü oyları ne çantada keklik görsün, ne de küçümsesin!
Bu oylar ne yazık ki hep kaygan bir zemin üstünde gider gelir. Bu konuda CHP seçmeninin kimliğini de hiçbir PM tablosu bozamaz… Sonuçta CHP, genel seçimde adaylarını nasıl tespit edecek? Parti kapılarını halka açabilecek mi? İç-demokrasi vaatleri Partiye somut olarak nasıl taşınacak? Seçime giden süreçte, Kılıçdaroğlu’nun bu blok listede yaptığı hataları tekrarlama şansı yok. CHP ülke adına kazanmaya mecbur olduğu bir seçimde, temellerini yoksayarak aday listelerini oluşturamaz! Artık tüm ipleri elinde tutan Kılıçdaroğlu’nun hiçbir bahanesi yok! Tüm üyelerin katılımıyla ön seçim, CHP'nin olmazsa olmaz ilkesi olmalı.
         Tüm bu yapıcı eleştirilerimize rağmen bu ülkede demokrasi ve özgürlükleri koruyabilecek tek odak olan CHP'ye herkes destek olmaya mecbur. Yeter ki hiç kimse yanıltıcı tuzaklara düşüp, Atatürk'ün bu ülkenin harcı, oksijeni ve ruhu olduğunu unutmasın, laikliği savunmaktan utanır bir konuma kendi kendini gerilettirmesin! CHP'nin İktidara Yürüyüş Kurultayı sonuçlarıyla ülkeye hayırlı olsun!

        
     
         
           


18 Aralık 2010 Cumartesi

"BOYA SEN NELERE KADİRSİN!" 23 Aralık 2010 - 21 Ocak 2011 Tarihleri Arasında Piramid Sanat'ta!!!

   Bahri Genç, Deniz Gökduman ve Safiye Mine
             yeni çalışmalarıyla Piramid Sanat’ta!

“BOYA, SEN NELERE KADİRSİN!
          23 ARALIK 2010 – 21 OCAK 2011

Piramid Sanat, tual, boya ve figür ilişkisini farklı biçimlerde yorumlayan
3 sanatçı; Bahri Genç, Deniz Gökduman ve Safiye Mine’yi
“Boya Sen Nelere Kadirsin!” sergisi ile bir araya getiriyor.

Son yılların dikkat çeken figüratif ressamlarından Bahri Genç, artık birçok genç sanatçıyı da etkileyen bir çekim noktası. Realist figür resmine, çok farklı bir yönden özgür ve soyut fırça darbeleriyle yaklaşan Genç, bu çalışmalarıyla çok özgün bir tat yakalıyor. Boya hem soyut bir tual üzerindeki işlevini yerine getiriyor hem de yapıt uzaktan neredeyse yeni realizmle flört ediyor.

Deniz Gökduman’ın resimleri Bahri Genç’in yakın olduğu figüratif-portre temalarını çok daha pop bir üslupla yorumluyor. Bu çalışmalarda da realizm pop sanatın canlı renkleri ve düz boyasal alanları ile kırılıyor ve günümüzün dijital sanat olanakları ve photoshop programlarını andıran bir üslup seçiliyor.
Safiye Mine’nin boya ile ilişkisi ise daha soyut ve “bu dünyanın dışında” bir uzamı çağrıştırıyor. Birer hayalet olarak, bu ortamda varlığını sürdürürcesine figürler, bu sefer tam aksine varlık ve hiçlik arasında gidip geliyorlar. Burada boya, yalnız bir iletken değil, aynı zamanda konunun ta kendisi.

“Boya, Sen Nelere Kadirsin!” 23 Aralık-21 Ocak 2011 tarihleri arasında  Piramid Sanat’ta izlenebilecek.
Açılış Kokteyli           :  23 Aralık 2010, Perşembe
Saat                            : 18.00 – 21.00
Yer                             : Piramid Sanat

(Daha Fazla Bilgi İçin): Piramid Sanat
    Tuba Kurtulmuş
    Adres:  Feridiye Cad. 23-25, Taksim, 34437, İstanbul
    T: 0212 297 31 15-20-21     F: 0212 227 44 11    


14 Aralık 2010 Salı

‘ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN’ SERGİSİ VE ŞARTNAMESİ MKM BEŞİKTAŞ ÇAĞDAŞ GALERİSİ’NDE UPSD GENÇ ETKİNLİK 5 ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN 12 - 30 NİSAN 2011..

‘ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN’ SERGİSİ VE ŞARTNAMESİ 
MKM BEŞİKTAŞ ÇAĞDAŞ GALERİSİ’NDE UPSD GENÇ ETKİNLİK 5 
ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN 12 - 30 NİSAN 2011

UPSD, 12 Nisan - 30 Nisan 2011 tarihleri arasında, MKM Beşiktaş Çağdaş salonunda "Özgürlük, Sil Baştan" adıyla "Genç Etkinlik 5" sergisini gerçekleştiriyoruz. Daha önce her gerçekleştirildiğinde Türk Çağdaş Sanat ortamına birçok kalıcı, yeni, başarılı genç sanatçının kazandırılmasında öncü bir rol oynamış olan Genç Etkinliğe, Türkiye'nin her yerinde sanat üniversiteleri ve okullarında okuyan veya geleneksel sanat eğitimi dışında başka yollardan sanata gelmiş, 35 yaşını aşmamış tüm katılımcılar başvurabilir. UPSD, bu çok önemli sergi için salonlarını Genç Çağdaş Türk Sanatı'na tahsis eden MKM'ye ve Beşiktaş Belediyesi'ne teşekkür eder.

ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN!
Bedri Baykam
Sanat tarihi, iniş çıkışlarla, etki tepkilerle, kural bozmalarla, avangard zelzele ve devrimlerle doludur. Kendi sanat alfabelerini oluşturan izlenimcilerde, noktacılarda, kübistlerde, soyut dışavurumcularda, pop sanatçılarda, yeni dışavurumcularda hep en yenilikçi, en özgün ruhla balta girmemiş bir ormana dalıp yol açtıklarına emin olarak sanat üretirler. Özgürlük, oynar gibi sanat yapmak, kaideleri tersyüz etmek, düzene dil çıkarmak, hep sanat ortamının yaramaz çocuklarının ana görevi olmuştur.
Özgürce sanat yapmanın ise, özgür kimlik arayışı kadar, "Zeitgeist" ve ülkenin yerel subjektif sosyo-politik şartlarına kadar varan bir dizi şartı var. Hedeflenen ve hatta kurgusu yapılabilen yeni düşünsel veya estetik dünyalara şehvetle saldırabilmek, umudun kaybedildiği, sanatın kendi dokularını yenileyebileceğine olan güvenin sarsıldığı anlarda spontan bir çıkış planı ateşleyebilmek, bu işin olmazsa olmazları.
Yeni dönemin göbekten bağlı iletişim dünyasında, dünya insanları kendi ortamlarında karanlığa da aydınlığa da beraber yürüyorlar. 1789 Fransız Devrimi'nin artçı şokları dünyaya bazen pek yakından bildiğimiz gibi, 130 yıl sonra yayılabilirken, ondan 200 yıl sonra yaşanan 1989 Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve Sovyet Bloku'nun çöküşünü, dünya eşzamanlı olarak içine çektiyse de evdeki hesap çarşıya uymadı. 1990'lar beraber dünyaya daha fazla özgürlük değil, daha ağır şartlarda gelişen bir muhafazakarlık ve hatta bir gericilik yayıldı. Bunun sonucunda estetik ve etik/metafizik değerler arasındaki çelişkili gerilimler, toplumun kendi psikanalizini hatta günah çıkarmasını yapmak için artan bir kaygan zemin yaratmaya başladı.
Yeni iletişim çağı ve duvarların çöküşünden sonra özgürlük yerine daha fazla ırkçılık, daha yoğun savaş, faşizm, dincilik yüklemeleriyle karşılaşan 90'ların ve 2000'lerin şaşkın genci, her gün delik-deşik edilen kendi değerlerinin vahşi kapitalizme veya emperyalist tuzaklara satıldığının ne kadar farkında?
Ufka utanmadan bakmak, "Radikal" yalanların felcinden kurtulmak, o kurgulanmış parçalanmaya ve kendi değerlerine sırtını çevirmeye son vermek, ne kadar mümkün?
Siyasetten ve onun sanatsal izdüşümlerinden kaçmamak, tüm özgür inançların yerle bir edildiği bir tabula rasa'da, ayağa kalkıp yine kahkaha atarak hayata zar atabilmek için cesaretin reenkarnasyonunun gerçekleşmesi lazım. Günümüz aydını kendi değerleriyle barışık yaşayabilmek için yaşamından neleri feda etmeye hazır? Veya bunun da ötesinde kendini ne kadar ateşe atar? Temel soru bu...
Fransız anarşist şair ve efsanevi şarkıcı Leo Férré, en ünlü şarkılarından birinde "Aşka ve devrime provoke ediyorum" diyor. Gündüz Vassaf'ın "Cehenneme Övgü" den söz ettiği bir dünyada, savaşarak geçmiş bir askerlik sonrası, hücre hapis sonrası, sancılı bir boşanma sonrası, yaşamın vortex'ine susamışçasına saldıran bir özgürlük tutkunu, kendini bu uçsuz bucaksız, serüven dolu otoyollara atabilir mi? Bunun için belki polis tuzaklarını, alkol kontrollerini, trafik kördüğümlerini aşması ya da daha önemlisi, kendi zincirlerini kırması gerekecek.
Çevremizde, bir çok açıdan "her şey sanat" Bunun için, Joseph Beuys'un ekonomiye, sosyal hareketlere hatta tarıma bile sanat olarak bakan bakış açısından "Post-Duchamp krizi" çerçevesinde, eline geçirebildiği her nesneye ve bunların her dizilişine sanat olarak bakan mantığa kadar veya multi medyanın zapt edilmez pinpon topu kayışlarından, fotoğrafın bıkkınlık getiren aleladeliğine kadar, her şey mi sanat?
"Özgürlük, Sil Baştan" derken, sanat tarihi, sanatçının kendi dünyası, ülkenin siyasal şartları demokrasi mücadelesi hepsi sepete eşit olarak düşüyor. 2010 yılında yozlaşmaya, sahte değer enflasyonu körükleyerek spekülatif  yapay borsalar pompalayanlara, piyasa resmi yapıp kaçanlara, demokrasi kelimesinin büyüsünü kullanarak tüm seslerimizi susturanlara dur demek mümkün mü? "Bienal sanatı" şablonuna, "sanat gibi sanat" yapma kolaycılıklarına son verme vakti gelmedi mi?
Al eline süngeri, önce kendi kara tahtanı sil baştan. "Ne yapsam sanat diye sınıflandırılır?" diye düşünme, "Ne yaparsam çağdaş sanata benzer, ne yaparsam satar?" diye de düşünme! Kendin için sanat yap. İstersen yalnız kendi kendini tatmin et. Ama duvarların içinden, üstünden ya da yanından geç... İçgüdünü dinle. İddialıyı aramaktan korkma. "Ne derler" sorusu bizim dilimizde yok.
Bu arada söylemeye gerek bile yok. Tüm okuduklarınızı unutun. Bunu da, "Sil Baştan" yapın. Konumuz özgürlük, unutmayın.





Genç Etkinliğin Tanımı:
Amaç: Genç Türk sanatının 2010 – 2011 dönemecinde yurt çapında nabzını tutmak ve özgün genç sanatçıların ortaya çıkarılmasına yardımcı olmak, UPSD olarak onların profesyonel hayata daha sağlam adımlarla uyum sağlamalarına ve dahil olmalarına fırsat tanımak.
Çağdaş Türk sanatın son yıllarda gelişen çağdaş ve yenilikçi yüzünün genç sanatçılar aracılığıyla ülkeye ve dünyaya sunulmasına yardımcı olmak.
KONU: ÖZGÜRLÜK, SİL BAŞTAN
Eserlerin Teknik Özellikleri
Plastik Sanatlar  (Resim, Heykel, Seramik, Video, Enstalasyon, Fotoğraf, Performans ve bunların her türlü multimedia birleşimi ve sunumu)
Ebad: Serbest. UPSD, genç sanatçıları işlerin ölçüleri konusunda mantık ve mekanın genel ebatlarının elverdiği ölçüde serbest bırakıyor. Abartıp reddedilirseniz sizin probleminiz J
Son Başvuru Tarihi: 25/2/2011 
Başvurular:  Dernek adresine elden dosya ile bırakılabileceği gibi e-mail ile de istenilen belgeler iletilebilir.  E-Mail ile bilgilerini bize ulaştırmak isteyenler belirtilen mail adresine istenilen bilgileri iletebilirler.
UPSD Adres: Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Maçka Demokrasi Parkı Sanatçı İşlikleri Şişli Evlendirme Dairesi yanı 
34367  Şişli /İstanbul 

JÜRİ: YÜRÜTME VE DANIŞMA KURULU
Proje Yürütme Kurulu:
Jüri Başkanı: Bedri Baykam
Yürütme Kurulu: UPSD Yönetim Kurulu; Safiye Mine Erdurak, Bahri Genç, Hülya Küpçüoğlu, Melik İskender, Berna Erkün, Murat Havan
Danışma Kurulu: Ümit Gezgin (Sanat Eleştirmeni), Burcu Pelvanoğlu (Eleştirmen AİCA Türkiye Başkanı), Nilgün Yüksel (Sanat Tarihçisi), Selçuk Kaltalioğlu (Beşiktaş Çağdaş Genel Sanat Yönetmeni)
KOORDİNASYON
UPSD Sekreterya                                            ve                      Piramid Sanat
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği                              Feridiye Caddesi No:23-25
Maçka Demokrasi Parkı Sanatçı İşlikleri                          34437 Taksim /İstanbul
Şişli Evlendirme Dairesi yanı 
80220 Şişli /İstanbul 
Tel: 0212 247 62 83                                                      Tel: 0212 297 31 20

Daha önceki Genç Etkinliklerin jürisiz yapılmasına karşın Genç Etkinlik 5'in jürili yapılmasının nedeni, serginin kalitesini yüksek düzeyde tutmak ve MKM Beşiktaş Çağdaş salonunun geniş ama sonsuz olmayan sergileme alanının en optimum şekilde kullanılmasına olanak sağlamaktır.

ŞARTNAME
1-      Katılımcıların 35 yaş sınırını aşmamış olması yani serginin başladığı gün 37. Yaşlarından gün almamış olmaları gerekmektedir.
2-      Yapıtlar bireysel ya da grup çalışmaları şeklinde üretilebilir.
3-      Her aday ya da grup etkinliğe tek bir yapıtla katılabilir, bu yapıt diptik triptik ya da “küçük boy çok parçalı” olabilir. Sanatçı arzu ederse 3 farklı iş yollayıp seçimi jüriye de bırakabilir. (Bu yöntem seçilirse dosya veya iletide net olarak belirtilmelidir.)
4-      Birey veya grup katılımcılarının ‘etkinlik başvuru dosyası’ oluşturması ve UPSD merkezine elden veya e-mail aracılığıyla ulaştırması gerekmektedir.
5-      Son dosya teslim tarihi: 25 Şubat 2011 (Posta veya e-mail olarak)    
6-      Eserlerin sergi alanı olan MKM’ye ulaştırılmasında oluşabilecek bir gecikmeden veya nakliyat sırasında oluşabilecek tahribatlardan katılımcı sorumludur.
7-      Etkinlik Başvuru Dosyası veya e-mail içinde yer alması gerekenler aşağıda sunulmuştur.
-Etkinlik Katılım Formu
-Proje Sunum Dosyası
-Özgeçmiş
Bireysel katılımlarda; katılımcının eğitimi ve etkinliklerine dair özgeçmişi.
Grup katılımlarında katılımcıların her birinin ayrı ayrı özgeçmişlerinin yer alması.
Eğer grup olarak uzun zamandır çalışma yapılıyorsa, grubun çalışmaları ile ilgili özgeçmiş.

8-      Katalog için istenilen bilgiler formu ekte aşağıda sunulmuştur.
9-      ‘Katılım payı’ ödendiğine ilişkin belge; Sekretarya vb. giderleri için katılım payı       50 TL'dir. (Yalnız Elli Türk Lirası) Bunun karşılığı katılımcıya veya katılımcı gruba bir adet katalog verilecektir. Jüriden geçemeyen adayların katılım bedeli geri ödenmez.
10-  Ödeme (Bağış) 2 şekilde yapılabilir; (Kesinlikle Genç Etkinlik katılım Payı olduğu belirtilmelidir.)
-Demokrasi Parkındaki Dernek Merkezi'ne makbuz karşılığında elden ödenebilir.
-Türkiye İş Bankası Kabataş Şubesi 10240152862

(IBAN TR560006400000110240152862)  Numaralı hesaba yatırılabilir. Banka ve PTT dekontunun fotokopisi dosyaya konulmalıdır.
Diğer bir ödeme şekli için:
PTT ÇEK: 01603072 (Uluslararası Plastik sanatlar Derneği hesabı)
      11- Yukarıda belirtilen bilgiler eksiksiz olarak dosyada yer almalıdır. Aksi takdirde sunulan proje geçersiz sayılacaktır. Etkinlik başvuru dosyası geri verilmeyecektir.

     12- Projelerde mekâna ve zamana ilişkin uygulanabilirlik sorunu ile karşılaşıldığında   ‘Proje Yürütme Kurulu’ katılımcı veya grup ile görüşür. Sonuç alınamadığı takdirde katılımcı projesini geri çekmek durumunda kalır.
13-  MKM Sergi Salonuna getirilen yapıtlar UPSD’ye sunulan ‘Etkinlik Başvuru Dosyası’ndaki projelerle aynı olması gerekmektedir. Aksi takdirde projeler kabul edilmeyecektir.
14-  Yapıtların üretimi, nakliyesi ve sergilemeye hazır hale getirilmesi sanatçıya aittir. UPSD maddi katkı sağlamayacaktır.
15-  Katılımcıların yapıtlarını 07-09 Nisan 2011 tarihleri arasında 10.00 – 19.00 saatleri arası MKM Sergi Salonuna getirmesi gerekmektedir. Bu tarihten sonra gelecek eserler etkinlikte yer almayacaktır.  


PROJE DOSYASININ HAZIRLANIŞI
‘Proje Dosyası’nda yer alacak tüm bilgilerin bilgisayarda yazılması gerekmektedir. ‘Proje Dosyası’ hazırlanırken şayet e-mail kullanılmayacaksa, tüm bilgiler, çizimler, tasarımlar vs için A4 boyutu ve şeffaf dosya kullanılmalıdır.  E-mail ile gönderilecek olan proje dosyalarında da istenilen bilgiler eksiksiz olarak bulunmalıdır.
1-Ön Bilgi Bölümü:
a-      Katılımcının veya gurubun adı ve katılımcıların ad ve soyadları
b-      Yapıtın adı
c-      Yapıtın türü (örnek: performans)

2- Yapıtın içeriği hakkında düşünsel açıklamanın yer aldığı bölüm:
Etkinliğe katılacak yapıtın düşünsel bağlamının açıklandığı bir sayfayı geçmeyecek metin.
3-Yapıtın sunulduğu bölüm:
Yapıtın sunulması sırasında dikkat edilmesi gereken koşullar aşağıda her yapıt türü için ayrı ayrı belirtilmiştir. Katılımcının sadece yapıtını ürettiği alanla ilişkili bölümü okuması ve burada yazılı koşulların titizlikle uygulanması yeterlidir.
Not: Dosya şayet e-mail ortamı yerine somut dosya olarak sunulursa hazırlanırken dosyada yer alacak tüm materyallerin kopya olmasına dikkat edilmelidir.
A-    Resim, heykel, fotoğraf, seramik alanında üretilmiş yapıta ilişkin istenilen bilgiler;
1-Yapıtın görseli dosyada yer almalıdır.
2- Yapıtın görseli ile birlikte künyesi belirtilmelidir.  (sanatçı adı, soyadı, yapıtın adı, boyutları belirtilmeli, ayrıca yapıtın duruş yönü ‘üst’ ve ‘alt’ ibareleri yazılarak gösterilmelidir.)
3-Yapıtın türü, malzeme teknik bilgiler ve yapıtın yaklaşık ağırlığı belirtilmelidir.
4-Gerekli görüldüğü takdirde yapıta ilişkin teknik çizimler yapılmalıdır.
Not:3 ve 4 no'lu maddeleri bir sayfada belirtiniz.

B-    Enstalasyon alanında üretilmiş yapıta ilişkin istenilen bilgiler;
1- Kuşbakışı çizim: Tasarım, mekanla birlikte ölçekli bir şekilde kuşbakışı olarak çizilmeli. Tüm gerekli olan ölçülendirme üzerinde gösterilmeli.
2-Perspektif Çizim: Tasarım, perspektif çizimle kağıda aktarılmalı, bu üç boyutlu çizimin üzerine ölçülendirme yapılmalıdır.
3-Teknik özellikler: Hangi Malzemelerin kullanıldığı ile ilgili açıklama yapılmalıdır.
4-Yukarıdaki tüm çizimler için kullanılacak sayfaların her birinin köşesine sanatçı adı-soyadı ve yapıtın türü ve adı yazılmalıdır.
5-Yapıt adı ‘alt’ ‘üst’ ibareleri mutlaka yer almalıdır.

C-    VİDEO-ART alanında üretilmiş yapıta ilişkin istenilen bilgiler;
1-Yapıtın DVD formatında bir kopyası dosyada yer almalıdır.
2-Sanatçılar gösterdikleri videoların copyright haklarını hiçbir şekilde ihlal etmemesi konusunda tüm sorumluluk sanatçılarındır. UPSD veya MKM Beşiktaş Çağdaş bir sorumluluk taşımazlar.

D-    PERFORMANS alanında üretilmiş çalışmaya ilişkin istenilen bilgiler;
1-Etkinlikte yer alacak performansın uygulama metni.
2-Yapıtın süresi ve tekrarlama periyodu belirtilmelidir. Örnek bir gösteri tekrarlanacaksa, gün ve saatleri önceden belirtilmelidir.

 
KATILIM FORMU
Katılım Sıra No:
Disiplin Sıra no:

AD-SOYAD:

DOĞUM YERİ:
DOĞUM TARİHİ:
DİSİPLİN:
YAPITIN TÜRÜ:
YAPITIN ADI:
YAPITIN BOYUTU:
YAPITIN SÜRESİ:
TEKRARLAMA PERİYODU
TESLİM TARİHİ:
ADRES:

EV/ATÖLYE TEL:
CEP TEL/
E-MAİL:
Şartnameyi okudum ve koşulları kabul ediyorum.
İMZA:

UPSD ÜYESİYİM:

UPSD ÜYESİ DEĞİLİM:





KATALOG BİLGİ FORMU:
1-      Lütfen bu formu okunaklı bir biçimde doldurunuz. Bu bilgiler aynen katalogda yer alacaktır.
2-      Bu etkinlik için ürettiğiniz yapıtınızın görsel materyalini e-mail ya da CD ile ulaştırınız.
3-      Bu formu ve görseli CD ile iletiyorsanız CD’yi de şeffaf dosya içinde ‘Etkinlik Başvuru Klasörü’ içine koyunuz. Eğer yapıtınız etkinlik mekânında ve sürecinde oluşacak ise; Enstalasyon için: varsa fotoğrafını veya perspektif çizimini, performans için: uygulayacağınız performansın içeriğine ilişkin metin yer almalıdır.
4-      Görsel materyali eğer CD ile ulaştırdıysanız CD üzerinde mutlaka adınız-soyadınız ve yapıtın adı, yılı, malzemesi belirtilmelidir.
5-      Katalog ile ilgili bilgi ve dokümanlar hazırlanırken gerekli gördüğünüz noktalarda lütfen UPSD sekretaryasını arayarak ‘Genç Etkinlik Yayın Komisyonu’ ile irtibata geçiniz.

BİREYSEL KATILIMDA:                                        ETKİNLİKTE YER ALACAK YAPITA İLİŞKİN BİLGİ

Ad-Soyad:                                                                    Yapıtın Adı:
Doğum Tarihi:                                                              Disiplin:

Doğum Yeri:                                                                Yapıtın Türü (resim, performans…)
       Yapıtın Boyutları



GRUP KATILIMLARINDA                                        

Grup Adı:                                                                       Yapıtın Adı:
Grup Üyeleri:                                                                  Malzeme ve Teknik
Ad-soyad-doğum tarihi ve yeri                                        

EĞİTİM:
Mezun olduğunuz (veya halen okumakta olduğunuz) okulu bitiş tarihi ile yazınız. (grup çalışmalarında formun arka yüzünü kullanınız)


Etkinlikler, Sergiler, Çalışmalar (Kendi alanınızdan seçtiğiniz 5 adet serginizi tarih sıralamasına göre sondan başa doğru yazınız)

KİŞİSEL    Yıl     Sergi Adı                      Mekan     Şehir






KARMA    Yıl    Sergi Adı                        Mekan      Şehir   

CHP KURULTAYI VE DEMOKRASİNİN BÜYÜK SINAVI / Bedri Baykam / 14 Aralik 2010 Cumhuriyet makalesi..


CHP KURULTAYI VE DEMOKRASİNİN BÜYÜK SINAVI                    Bedri Baykam
         Cumhuriyet Halk Partisi bu hafta sonu tarihinin tartışmasız en kritik kurultayını yaşayacak. Bu,  aynı zamanda Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en önemli siyasi buluşma olacak. Önümüzdeki Genel Seçimi CHP kazanırsa Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler kazanacak. AKP kazanırsa, belki de ülkenin demokratik yapısı üzerine kepenk bir daha açılmamak üzere kapanacak ya da en azından bu olasılık çok büyük olacak…
         Bir ülke düşünün ki, merkez sağ yobazlığa prim vere vere teslim bayrağını çekmiş… Gençlerin önemli kısmı, entel “medyokrasi” tarafından beyinleri yıkanarak doğduklarından beri kandırılmışlar,
“Yetmez ama Evet”çilerin düşünce özürlü ya da kötü niyetli propagandalarına alet olmuşlar ve yedikleri dayakların kaynağını anlayamayacak kadar gerçeklerden kopmuşlar. Siyasetten soğutuldukları için kendilerini içine düşürüldükleri bu tuzaktan, ancak bir siyasi partinin kurtarabileceğini anlamamışlar, hala “hiçbir partiye destek vermeme” nakaratına takılıp kalmışlar! Ve bir ülke düşünün ki, demokrasinin tüm kurumları her yöntemle, tehditle sindirilmiş, basın, yargı, sivil toplum, her biri kilitlenmiş… Olay o kadar “sapkın” günlük hayat tarzı tecavüzlerine kadar gelip dayanmış ki, birkaç gün önce Ankara’da Polis “Çocuk Şube Müdürlüğü” ekipleri, sakin sakin rakısını içen ailelerinin yanında duran çocuklara ve ebeveynlerine suçlu muamelesi yapıp, kimlik toplayıp terör estirmiş! Hem de Başbakan her gün “Biz ne zaman kimin yaşam tarzına müdahale ettik ki?” diye her gün demeç patlatırken…
         CHP Kurultayları’nda hep farklı dalgalar olur ve bazı anaforlar yaratılıp durulur… Onlar saydığımız tüm olumsuzluklara rağmen bu ülkenin demokrasiyle ana kesişmesidir. CHP Kurultayları’nda farklı sesler çıkar ve her biri, “yanlışlara karşı çıkmak ve partiye zarar vermemek”  dengeleri arasında bir yerlere gelir oturur. Ocak’ta kamuoyuna sunduğumuz “CHP Demokratik Tüzük Devrimi” yapılabilseydi, bugün yoğun şekilde yaşanan tartışmalar artık hiç olmayacağı gibi, bu Kurultay’ın tek gündemi CHP’yi iktidar yapacak yörüngeyi belirlemek olabilirdi.
            Bugün ilginç bir şekilde Baykalcılar ve Savcıların hepsi, ayrı ayrı “çarşaf liste ve önseçim”e olan bağlılıklarını bildirmekle meşguller! Şimdi kalkıp burada bu taleplerin geçmişte bu kadroların egemen günlerindeki tavırlarıyla ne kadar çelişkili olduğunu uzun uzadıya hatırlatarak esprili bir üslup arayışına girmeyelim. Yalnız “meğer demokrasi bir gün herkese lazım olabiliyormuş” demekle yetinelim. “Blok listeyi fevkalade sakıncalı” (!) bulan Baykalcılar, “Çarşaf listenin bütünleştiriciliğinden” söz etmişler ve kendi dönemlerinde Başkanın tüm yardımcılarını tek başına atama hakkı olmadığını, bunun yeni tüzük değişikliğiyle gündeme geldiğini aktarmışlar… İyi de o son tüzük değişikliğini de Baykalcılar yaptığına göre, bu mahsuru çok dert edindilerse “çarşaf liste mecburidir” diye bir maddeyi niye gerek görmediler? Bence bu kadroların tümünün bugün söyleyebilecekleri tek şey vardır: “Özür dileriz. Biz geçmişte büyük bir demokrasi ayıbı yapmışız. Demokratik Tüzük Devrimi gerçekten bu partinin ‘1’ numaralı ihtiyacıymış. Bundan ders çıkardık”.
         Tüm hafta boyunca sürecek bu tartışmalarda, aylardır hatta yıllardır söylediklerimizin ne kadar haklı olduğu tekrar ortaya çıkıyor.
www.chpdemokratikdevrim.org sitesinde önerdiğimiz demokratik açıdan mükemmel tüzük yaşama geçmiş olsaydı, bugün gördüğümüz bu çelişkili polemikler toptan tarihe gömülmüş olacaktı.
          Bu arada kimileri bazı CHP’liler hakkında hadlerini aşarak “o da fazla Atatürkçü, fazla Ulusalcı” şeklinde eleştirel yorumlar getirebilmektedirler! Bu anlaşılır bir tavır değildir. Bir insanın  “fazla Fenerbahçeli olmaktan” Fenerbahçe Yönetim Kurulu’na uygun görülmemesine benzer! Yönetimin Medyokrasi’nin gülünç yazarlarının baskısıyla bu hatalara itilmemesi gerekir.
         Son sözüm Parti Meclisi adaylarına: İster blok, ister çarşaf liste uygulansın… Lütfen seçilmemeniz halinde de parti ve seçim için küsmeden çalışacağınızın sözünü kendinize ve çevrenize verin. Veremiyorsanız lütfen aday olmayın! Ben bu sözü veriyorum ve her zaman ki gibi uygulayacağım… 

12 Aralık 2010 Pazar

Niang "Büyüklere 2-0" tarifesini bozdu / Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Niang "Büyüklere 2-0" tarifesini bozdu                  Bedri Baykam!

NİANG son uzatma dakikasında bir münasebetsizlik yaparak o golü atmasa ve bütün spor yazarlarının başlıklarını değiştirmeye mecbur etmese belki daha iyi olacaktı. Fenerbahçe 3 büyüklere biçilen tarifeyi bozarak aslında kendinide pek kurtaramadı. Lütfen beni dikkatli dinleyin; Belki de şu anda Fenerbahçe ile ilgilien kritik cümleyi dinliyor olabilirsiniz. Herkes diyor ki, "Alex şöyle muhteşem bir futbolcu, böyle bilgisayar gibi, satranç oynuyor, şu kadar gol bu kadar asist yapıyor ve tüm rekorları kırıyor. "Ben bunların hepsiyle hemfikirim. Fakat şu işe bakın ki Alex'e, "7 yıldır en çok kiminle oynamayı sevdin?" diye soruyorlar, "O da"Semih" diye cevap veriyor!.

Ama ne var ki Alex, Semih'le oynatılmıyor! Yani Fenerbahçe Alex'e şunu demiş oluyor, "Alex abartmayalım futboldan fazla anlamazsın. Kiminle daha iyi oynayacağını da bilemezsin. Bunları anlayacak olgunlukta değilsin. Bunun için sus ve dediğimize uy."Yaşanan aynen bu. Sizce bu Alex'e saygılı bir ifade oluyor mu?Veya Fenerbahçe'ye yararı var mı? Bu sorunun yanıtını rica ediyorum. Dün vasat oynayan Alex, Fenerbahçe 2. golü yedikten sonra dışarı alınırken, Semih yeni sokuluyordu, iş işten geçtikten sonra! Bu takım Kazım'dan sonra Semih'i de harcamayı başarırsa kim madalya takacak?! Hava buz gibi soğuk ve zemin zorluk çıkarıyor, maç buna rağmen hızlı bir tempoda oynanırken Fenerbahçe uzaktan şutlarla Niang'la Emre ve Baroni ile rakip kaleyi zorluyor ama sonuca ulaşamadan. Dia'nın soldan ani parlamalarla bindirmeleri ne yazık ki bir türlü asist sıfatına ulaşamıyor. İlk yarı kalabalık kapanan Ankaragücü ikinci yarıda kupada 4-2 yendiği rakibinin yine gardının düşeceğini hesaplamışcasına yükleniyor ve goller peş peşe geliyor. Hele 8 Fenerbahçeli'yi oyundan düşüren 2. gole tam şapka çıkarılır. Hatta Allah Allah ve de Süpanallah denir. Her halde Melih Gökçek' ayarına geçip gösterişli bir şekilde tespih çeken Ümit Özat da buna benzer şeyler mırıldanıyordu dün... Fenerbahçe seyircilerinin ise neler mırıldandığını söylemeyelim daha iyi!

7 Aralık 2010 Salı

BALBAY'IN, HABERAL'IN "ZULÜMHANE"LERİ VE "BİRİLERİ"NİN TİYATROSU... Bedri Baykam / 07 Aralık 2010 Cumhuriyet makalesi..

BALBAY'IN, HABERAL'IN "ZULÜMHANE"LERİ VE "BİRİLERİ"NİN TİYATROSU /Bedri Baykam

            Hey gidi yetmez ama Evetçiler sizi! Hey gidi, demokrasisi kendinden menkul şaşkınlar! Hiç mi utanmadınız İstanbul'da "AB standardında 21. Yüzyıl dayağı" yiyen üniversiteli gençleri izlerken? Yoksa acele ile kanalı değiştirip aşk dizisi mi aradınız? Bu kadarcık mıydı dünyanız, o pırıltılı sahte demokrasi afişlerine kanarken? Ya da Haberal'ın Çapa Hastanesi'ndeki hücre-odasını polisler basıp, kendisini takip eden doktorları "örgüt üyesi" gibi saatlerce sorguya alırken, neler düşünüyordunuz?
Bu hükümet bu çağdışı eylemleri ile ne mesaj veriyor dersiniz? Yardım edeyim: “Sakın geçmiş dönemlerin, zulüm merkezlerini, baskıcı rejimlerini gözünüzün önüne getirip, bizi onlarla kıyaslamayın; Biz bambaşka bir boyutta karşınıza çıkan, Özal'ı, Erbakan'ı, Menderes'i bile mumla aratacak bir düzeydeyiz."
            İşte iktidar destekçi ve yağcılarının çıkar kuyruğuna girip kendilerini halkın gözünde karanlığın çöplüğüne terk ettikleri şu günlerde, "Tiyatro Birileri"nin "1923" isimli oyununun galasına gittim. Yıllardır desteklediğim Utku Erişik ve arkadaşları Demet Buldu, U.L.a.Ş, Yağmur Akdoğan, büyük bir cesaret ve heyecan ile, dünden bugüne yaşadığımız siyasi dramları, göz yaşartıcı anekdotları öylesine keyifli bir akış ile sahneliyorlar ki... Bunu sakın kaçırmayın! (www.tiyatrobirileri.com) İşte yalakaların sıraya dizildiği, kalbi olan beyni olmayanların sustuğu bu ortamda, Afife Jale Sahnesi'nde ilk sırada, boş bırakılmış üç koltukta onur konuklarının fotoğrafları yer alıyordu: Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Doğu Perinçek... Tüm Silivri yurtseverlerini temsilen oradaydılar.
            Balbay'ın kalbimize bıçak gibi saplanan tarihi kitabını Bayram tatilinde, Afrika'da okudum. Bilmiyorum kara kıtada bile kaç ülkede Balbay ve arkadaşlarının yaşadıkları zulüm gündeme gelebiliyor... Ülke çok ilerlediği için, o yaşatılan zulüm de malum takıma "Yetmez Ama Evet" dedirtiyor herhalde... (!)
            Balbay, kitapta o enfes üslubu ile tabii ki davanın tutarsızlıklarını, kanıtsızlık içindeki can çekişmelerini, en net şekilde aktarıyor. Onları zaten Tuncay Özkan'ın, Haberal'ın ve Perinçek'in "Zulümhane"de yazdıkları diğer kitaplardan da takip ettik. Yine de her satırı okurken insan gülsün mü, ağlasın mı karar veremiyor... Hangisini aktarsam ki? "Savcılara göre Cumhuriyet Gazetesi Turhan Selçuk'un domuzlu karikatürünü yayınlayıp tahrik etti. Bu tahrik sonucu gazeteye üç el bombası atıldı. Karikatürü yayınlatan da Ergenekon, Cumhuriyet’i bombalayan da ... Yani Ergenekon kendini tahrik etti, kendine kendisi bomba attı."  Balbay daha sonra dünyanın en beceriksiz ve en esrarengiz örgütü olarak Ergenekon'u öne çıkarıyor: "Sayfanın tepesinde 'Örgütün İşlemeyi Planladığı Suçlar' var... (döküm geliyor, hem de 2003-2004 yılları ile daha sonraki yıllarda gerçekleştirilmesi planlanan askeri müdahaleye zemin hazırlama çalışları) Bu ne menem bir örgüt ki, sürekli plan yapıyor ama bir türlü gerçekleştiremiyor... Sözü edilen diğer terör örgütleri ile (PKK, DHKP/C, TİT, MLKP, Hizb-Ut-Tahrir) ilgili sürekli operasyonlar yapılıyor, belgeler ele geçiriliyor, mademki bunların üstünde bunları yöneten bir başka örgüt var, neden hiç bir ipucu ele geçirilemedi? 339. sayfadaki "Örgütün Gerçekleştirdiği Siyasi Faaliyetler" başlıklı bölümde sadece ama sadece telefon görüşmeleri kayıtları var. Demek ki 'örgüt' siyasi faaliyet olarak sadece telefonla görüşmüş!”
            Balbay'ın kitabını okurken alacağınız bilgi ve yorumlar arasında bakın daha neler var: 12 Eylül darbesi sonrası iddianameler, Ergenekon'dan daha düzgün, daha somut, daha hukuki bir metindi --- Türkiye'de çok şeye inanılan ama hiçbir şeye güvenilemeyen bir ortam oluşmuştur. --- Ankara'da 4-5 yıldızlı otellerin lobilerinde açık olarak yapılan ve devletin korumalarının da katıldığı en olağan toplantıların "iddianame"ye sanki "örgüt toplantısıymış" gibi sızdırılmıştır
--- İddianamede yer alan bilgisayar program çelişkileri ve bilgi döküm teknik uyumsuzlukları bir mantıksızlık komedyaları dizisidir. (örneğin Windows bilgisayarda Mac İşletim sistemi ile dosya oluşturulması!)
            Peki tamam, vazgeçtim dökümlerden! Alın okuyun kitabı. Ama okuyana kadar şunları hatırlamakla yetinelim: Balbay çocuğunun ilk iki yılını, onun kokusu ile geçiremedi. Bunun bedelini kim hangi yöntem ile ödeyecek? Ne demiştir kendisine ilk gün, hapishanenin 2. müdürü? "Mustafa Bey, burada kendinize bir yaşam alanı kurun". İyi de o "yaşam alanında", Balbay ve arkadaşları, gece odalarında ışık yanık olarak uyumaya zorlanmaktadırlar... Her hareketleri kamera kaydı altındadır ve kendilerine ait özel bir an bırakılmamıştır. Silivri Zulümhanesi'nin kütüphanesine gitmek, onlara yasaktır. Ender olarak gittikleri spor sahasının tepesi "helikopterle kaçırılmaya karşı" kafeslidir. Görüşe gidip gelirken, koridordaki 10 santimlik kapı penceresinden "komşu"lara selam vermek yasaktır! Zaten bildiğiniz gibi bilgisayar yasaktır. Hatta Zülumhane'ye arada gelen tiyatro gruplarının gösterilerine gitmek de "Ergenekoncular için" yasaktır. Onlar vebalı gibi tecrit altında kalacak en tehlikeli yaratıklardır! İşte cesur ve sırdaş bir gardiyan, hücre kapısının mazgalından, Mustafa'nın kulağına fısıldayacak cesareti bulabilmiştir: "Yaklaş, bir şey söyleyeceğim. Ben Atatürkçüyüm, aramızda kalsın." Ülkenin içine düşürüldüğü durum, bundan daha iyi özetlenebilir mi? Bakalım yetkililer, gardiyanları sıraya dizip "Hani nerede aranızdaki Atatürkçü, görelim" diye posta koyacaklar mı?
            "Bir kişi ile ilgili tutuklama kararı veren yargıç, aslında bu kararı bir aile için vermiş oluyor. Tüm ailenin yaşamı tutuklu hale geliyor." diyor Balbay ve ekliyor: "Yürekten inanarak söylüyorum: Şu anda yargılayan tarafta mı, yargılanan tarafta mı olmak istersiniz deseler, kesinlikle sizin yerinizde olmak istemezdim... Bütün bunlardan sonra bizi duymazsanız, size ağır ceza değil, sağır ceza mahkemesi mi diyelim?"
            Benim son sözüm şu: Bu davanın Türk adaletinin güvenilirliğine getirdiği darbenin bedelini tarih üstünden kim, nasıl ve ne zaman ödeyebilecek?









5 Aralık 2010 Pazar

Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Alex'e dua edin
Fenerbahçe bu sene alıştığımız "teorik kolay maçlar" galibiyetserisine zorlanarak da olsa devam etti. Oyunun ilk yarısında sahaya sağlam basan, yine yerden kısa paslarla ayağa oynayan, hatta çok teknik futbolcularının ayağından göze hoş gelen şov futbolu da oynayan bir Fenerbahçe vardı. Bu hızlı, arzulu ve sürekli sonuç arayan oyun, ilk 17 dakikada iki gol bulurken, Alex yine hanesine bir gol ve bir asist yazdırmayı başardı. Bu ilk yarıda yine dikkat çeken noktalar Niang'ın sağda oynaması, yani sarı-lacivertlilerin sanki maça santrforsuz devam etmeleriydi. Emre'nin de dün tamamen defansif bir orta saha görevi alması, Fenerbahçe hücumlarında Stock'un kendini ön plana çıkarabilecek fırsatlar bulmasını sağladı. Ama bu çok potansiyeli olan oyuncu yine aynı egoist tavırlarıyla birkaç fırsatı cömertçe harcadı. İkinci yarı başlar başlamaz Emenike, dün herkesin kendisinden beklediği golü attıktan sonra oyun, Fenerbahçe'nin bir riskli puan savaşı mücadelesine sahne oldu. Bu yarıda sarı-lacivertliler orta sahayı neredeyse tamamen kaybederek, Karabük'ün daha da fazla üstlerine gelmesine neden oldular. Niang'ın çok kötü bir gününde olması ve oyundan alınmasının gecikmesi nedeniyle Alex, ileride birçok kontratak fırsatında yalnız kaldı ve neredeyse kendi etrafında dönüp, kendi kendisiyle verkaç yapmaya çalışan ilginç bir profil çizdi. Süper Alex in dışında Fenerbahçee nin diğer yıldızı Emre'ydi. Müthiş bir dönüş yaptı. Aykut Kocaman'ın, Alex ve Semih'i bu iki oyuncunun herkes tarafından bilinen uyumuna rağmen ve hele Niang bu kadar formsuzken hiç bir arada oynatmaması anlaşılır bir şey değil. Fenerbahçeli oyuncular biraz da Selçuk ve Dia'nın takviye ettiği orta sahada dengeyi bulup, maçı zar zor 2-1 önde kaparken, sarı-lacivertlilerin ikinci yarıda attıkları tüm şutlar, rugbi maçlarında olduğu gibi 40 metre üstten dışarı çıktı. Bünyamin Gezer'in maçın sonunda Fener'in frikiğini attırmaması anlaşılmaz bir hataydı...
 Aykut, ne yazık ki Kazım'ı tüm ikazlarımızı harcamayı başardı. Şimdi umarım Semih'i müzmin yedek kontenjanına alıp, kritik haftaları zora sokmaz Çünkü böyle bir inattan Fenerbahçe, Semih'ten daha zararlı çıkar.

1 Aralık 2010 Çarşamba

SANAT PİYASASI, POLEMİK VE İÇERİK / Bedri Baykam / 30 Kasim 2010 tarihli Cumhuriyet makalesi

SANAT PİYASASI, POLEMİK VE İÇERİK  / Bedri Baykam

5. İstanbul Contemporary Sanat Fuarı yine büyük ilgi görüp yüksek ciro ile kapandı ve sanat ortamında sıkı ilişkilere vesile oldu. Hiçbir devlet koleksiyonu alımının yapılmadığı ortamda sanatçılar hep kendi güçleri ve özel sektörün desteğiyle var olabiliyorlar.
Bu sene fuarın polemiği Ahmet Güneştekin’in bir eserine koyduğu 2,5 milyon dolarlık fiyat oldu. “Fast-food” sansasyon arayan medyamız, sazan balığı gibi oltaya takıldı ve sanki bu yapıt o fiyata satılmış gibi yayınlar başladı. Bu anlamsız “yapıt fiyatına (neredeyse) bir gecede iki sıfır ekleme” operasyonuna tepkiler çoğalınca da sanatçı NTV’de “satmaktan vazgeçtim, müzelerde sergilensin” diyerek geri adım attı. Pazartesi günü Milliyet’te Mehveş Evin inanılmaz ve çok yakışıksız bir provokasyonla  “belki de sorun beyaz Türk sanat camiasında kafa gösteren Batmanlı bir Kürt ressam olmasıdır” şeklinde olayı iç siyasi savaş (!) boyutuna taşıma basiretsizliğini gösterdi! Bir gazetecinin sanat tartışmalarında konu araması anlaşılır olsa da bu gaf, Evin’in de yazısına referans aldığı, Habertürk’te konuyla ilgili eleştirel yorum yapan Doğançay’dan, Ali Akay’dan, İsmail Acar’dan ve benden özür dilenmesini gerektirir. Evin yıllardır (Güneştekin dahil) Güneyli ve Doğulu sanatçıları her fırsatta desteklediğimizi bilmiyorsa öğrensin ve bölücülük yapmasın! Bu özür gelene kadar Evin’in bu tavrını şiddetle kınıyorum.
Gelelim işin özüne: Sanatta “değer” kavramı nasıl oluşur? Doğançay’ın dediği gibi “bu iş Everest’in tepesine helikopterle bırakılmakla olmaz”. Yıllar süren kendini kanıtlama ve tırmanmayla olur. Bir büyük kariyer yaşamış sanatçıların kendi olağan fiyatlarının çok üstünde fiyatları da olabilir. Ama bu istisnaların bile bir izahı ve mantığı vardır. Yani genel fiyatlarını bir gecede 20 veya 50 ile çarptığını“kendi ağzınla deklare ederek” olmaz. O dediğin fiyata iki hatır alımı yaptırsan veya etrafa “şu kadara satıldı” diye balonlar uçursan bile bir işe yaramaz. Dünya sanat piyasasında “track-record” diye bir kavram vardır: Bunlar özetle “hangi galerilerde, kaç ülkede sergi açtı, hangi önemli grup sergilerine davet edildi, hangi önemli koleksiyonlara girdi, hangi dünya müzelerinde sergilendi, hangi dünyaca ünlü eleştirmenler hakkında makaleler yayınladı, hangi müzayedelerde yıllar üstünden kaça satıldı, bu yapıtların ülkesinin veya dünya sanatının tarihine girme potansiyeli nedir” gibi birçok sorunun yanıtından oluşur. Ahmet Güneştekin’in kendi derlediği özgeçmişine baktığımızda, bu saydığımız kriterler bağlamında ulusal veya uluslar arası açıdan elle tutulur önemli ipuçlarına henüz rastlayamıyoruz. Bu genç bir sanatçı için olağandışı bir durum değildir. Olağandışı hatta anormal olan, bu çizgiden gelen bir sanatçının birden kendini sıralamanın en önüne yerleştirmek için yaptığı mantık dışı oldu bitti hamlesidir.
Öte yandan akıl var mantık var: Sen bir genç olarak dün yaptığın resme o fiyatı koyarsan, yarın yarısı ebadında yapıtı da milyon dolardan mı başlayıp satacaksın? Okulu dün bitirmiş bir genç de “ben 50 milyon dolar koydum, dünyada yaşayan en pahalı ressamım” derse, ortam bunu da ciddiye alıp tartışacak mı? Ne kadar kolaymış bu ülkede sanat ortamının gündemini oluşturmak demezler mi? Ya da, o zaman bugün Doğançay veya Çoker’e veya ardından gelen kuşağa ne fiyat koyacaksın? Fiyatlar bir gecede “sanat adamları” kurulu ya da Bakanlar Kurulu’nca (!) tespit edilmez!  Yıllar içinde kendini her fiyat durağında test ederek piyasada belirlenir… Yavaş yavaş çıkacaksın bu merdivenleri ve hedefin her şeyden önce para değil, sanat olacak…
Güneştekin, fazla heyecanlı ve hızlı başarmak isteyen bir alaylı genç. Ama aşırı hırsı ve sabırsızlığı, aklını örtmemeli ve bu uzun sanat yolculuğunda kendisini en başta kendisinden korumalı! Bu tartışmalar yalnız Güneştekin’i ilgilendirmiyor. Türk çağdaş sanat piyasası dünyaya açılmaya çalışırken, bu tip yanlış adımlar piyasaya“yahu bu işler bu kadar yaptım oldu, attım tuttu bazında mı?” sorusunu sordurup spekülasyon kokan bir güvensizlik ortamı getirir. Güneştekin’in bu gençlik hatasını ve aracılar piyasasını geride bırakıp işine dönmesini, TV’lerde söylediği haddini aşan sözler için de özür dilemesini öneririm.
Bir sanat fuarı, ilgi çekmek için verilen “pahalı” fiyatları flaş yapıp yarıştıracağına “umut vaat eden genç sanatçı-galerici” veya “ömür üzerinden başarı ödülü” gibi içeriği öne çıkaracak özendirmeler yapsa çok daha iyi olur. Ayrıca piyasaya da verilecek ciddi öğütler var: Koleksiyonerler abartılı bir şekilde müzayede ve fuarlarda toplu alım histerisi içindeler. İşler biraz bilgisizlik içinde birbirine bakarak gösterişle hareket etme merakına varıyor. Halbuki sanat, alıcılar için de bir keşiftir. Sanatçılarla konuşmak, derine inmek olayı bambaşka boyuta taşır. Galeri veya atölye ziyaretleri, uzun sohbetler, kitaplar, konferanslar, çok daha zahmetli ama işin olmazsa olmazlarıdır. Gerçek koleksiyoner her şeyden önce, hem bilgi, hem zevk, hem de iç güdüye göre kendi seçimlerini gerçekleştirerek yapıt alan kişidir. Sanat akıp giden zamanın tapusudur ve onun saygınlığını rafa kaldırarak basit bir hisse senedi piyasası sığlığına çekmek ciddi bir ihanettir.
Sonuçta sanat dünyası tabii ki paranın döndüğü, değerlendiği bir borsa da sayılabilir. Ama tarih, sanat eserini hatırlamak ister, yüzeysel fiyat ve borsa koşularını değil. Dolayısıyla tüm Türk sanat piyasasının öncelikle derin bir nefes alması ve kendini “hızlı para” tutkusundan arındırması gerekir. Bu yaşadıklarımız, belki de Özalizmin hızlı köşe dönmecilik arayışlarının gecikmiş artçı şoklarıdır. Bu konularda sanat ortamına son mesajım şudur: Sanat ciddi ve sabır-ekspertiz isteyen bir alandır. Lütfen hiçbir deneyimi olmayanlar her köşe başında galeri açarak bu ergenlik çağı sorunları yaşayan ortama yozlaşma yüklemeleri yapmasınlar…

"TÜRK MODERN RESMİNİN ÖNCÜSÜ: OSMAN HAMDİ BEY" 8 Aralık 2010 Çarşamba, Saat 18:00 - 20:00 arası Piramid Sanat'ta..



ÇAĞDAŞ SANAT PANELLERİ - 8
“TÜRK MODERN RESMİNİN ÖNCÜSÜ: OSMAN HAMDİ BEY”

Düzenleyen:      UPSD/Piramid Sanat
Tarih:                 8 Aralık 2010 Çarşamba
Saat:                  18:00 -20:00


 UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) ve Piramid Sanat,
 ölümünün 100. Yılında Türk Modern resminin öncüsü, “Sanayi-i Nefise Mekteb-i” ve
 “Arkeoloji Müzesi”nin kurucusu, Türk sanatının unutulmaz ismi, Osman Hamdi Bey’i anıyor…


YÖNETEN:
Bedri Baykam

KONUŞMACILAR:
Semra Germaner, Yusuf Taktak




Adres: Piramid Sanat
Feridiye Cad. 23 Taksim

Bilgi İçin: Tuba KURTULMUŞ
Telefon: 0212 297 31 15
Faks: 0212 297 44 11
E-mail: info@piramidsanat.com

23 Kasım 2010 Salı

HAKKI DEVRİM’İ İSTİFAYA DAVET ETME NEDENLERİM… / Bedri Baykam / 23 KASIM 2010 CUMHURIYET MAKALESİ

     Bayramdan iki gün önce Hakkı Devrim, Radikal’de benden öyle seviyesiz ve etik dışı bir şekilde söz etti ki, kendisine bir e-posta yanıtı yolladım ve istifaya davet ettim.  Benden “haz etmediğini” belirtmesinin ötesinde “her şeye maydanoz ressam” ve “sokak hatibi” gibi küstah ve edep dışı kelimelerle oluşan bu saldırının çıkış noktası, beyefendinin CNN Türk'te “Tarafsız Bölge” programında Taraf Gazetesinin iki yazarına karşı verdiğim ekran mücadelesi ve Atatürk’ü onlara karşı savunduğum program hakkındaki yorumlarıydı!        
Aslında Hakkı Devrim bu tavrıma çok şaşırmıştır, çünkü kendisi bu yayın tacizini hakkımda kişisel boyutta 10 senedir, yani Ansiklopedi tashihciliğini bırakıp Radikal'de yazmaya başladığından beri ve  geceleri "televizyon programında komedi muhtarlığı" seanslarında her fırsatta sürdürüyordu! “Allah Allah, ben bunu hep yapıyordum, şimdi ne oldu da Baykam bu tepkiyi verdi” diyordur. 
Olan şu: Bu sefer ukalalık seansını çok kötü bir zamanlamada baltayı taşa vurarak, Atatürk hakkında kabul edilemeyecek sözler sarf eden iki beyni yıkanmışla olan kavgamdan sonra yaptı ve bu bende bardağı taşıran damla oldu. Yıllardır “yaşlı adam, boşver ne dediğini bilmiyor, üstüne gitme” diye ender olarak yanıt verip, çoğu zaman görmezden geldiğim bu saldırıları kamuoyuna deşifre etme vaktinin geldiğini gördüm. Temsil ettiğim kurumlar ve sıfatlarımı da göz önüne aldığımda, buna mecburdum artık…        
Daha yakın bir süre önce, Oktay Ekşi gibi Türk basınının gerçek duayen Başyazarı’nın başına neler geldiğini biliyoruz. Bu ülkenin kendisine bu kadar gereksinim duyduğu bir süreçte, Ekşi bir hata yaptı. İnsanların kızdıkları zaman söyledikleri sokak dilinin abartılı bir deyimini yazılı olarak kullanınca kendisine yönelen linç kampanyaları sonuçlanmadan istifa etmeyi tercih etti. Değer miydi, tartışılır… Özür dilemişti zaten. Ama ben çok üzüldüm, çünkü onca Atatürkçü yazar meslektaşımız son 20 yıldır ya öldürüldü ya vefat etti ya hükümet baskısıyla kovuldu ya da son teokrasiye geçiş hezeyanlarında hapse atıldı! Böyle bir büyük saldırı altında yazarlık sorumluluğumuzu üstleniyorken, Ekşi gibi ödünsüz bir kalemin yeri de kolay kolay doldurulmaz…         
Benim de yazarlık kariyerim her türlü tehdit, karalama, aşağılama ve çoğu zaman sansürle mücadele ederek sürüyor. Hiçbir noktada ne geri adım attım ne ürktüm, tarih şahittir. Sağ olsunlar, yurdun her yerinde sayısız Atatürkçü’nün büyük desteğine karşın, hiç kimseden teşekkür beklemedim çabalarım için. Ama hiç kimsenin de bu kadar densizce kişiliğime de kin kusarak bu fikir mücadelesini karalamasına izin veremezdim. Saldırılara alışığım, her fırsatta yobaz-liboş kalemler de gündeme göre çamur sıçratırlar. Ama onların ki bile daha kabul edilir bir yörüngede durur: Çünkü hiç olmazsa açık ideolojik bahaneleri-hedefleri vardır! Çok azı Hakkı Devrim örneğinde olduğu gibi tamamen içeriksiz ve şahsa yönelik saldırılara girişir. Ayrıca Hakkı Devrim bana dil uzatırken hiç aynaya baktı mı? Kendisine ayrılan medya sahasını nasıl boşa kullandığının farkında mı? Bugüne kadar etliye sütlüye dokunan hangi ciddi konuda bir hatırlanır tavrı olmuş, nerede iz bırakmış? Yoksa hep ucuzundan “ortaya karışık” mı oynamış?        
Burada Ekşi örneği henüz soğumadan sorulması gereken şudur: Atatürkçülere ve kişisel alanlarına saldırmak, bu kadar ucuz ve bedelsiz midir? Hakkı Devrim’in tavrı basitçe geçiştirilebilecek bir sataşmadan ibaret midir? Yoksa yıllardır sinsice sürdürülen bir karalama kampanyasının doruk noktalarından biri olan bu olay bir dönüm noktası teşkil etmeli midir? Hakkı Devrim, önceki yıllarda aynı tavırla ülkemizin yüz aklarından Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'e saldırmış ve iki kere mahkum olmuştur. Bu konunun daha da üzücü detaylarını buraya sığdıramayacağım. Hakkı Devrim, yine Nihat Genç gibi başka bir ulusalcı yazara da aynı kabul edilemez tavırlarla, etik dışı sözcüklerle saldırmış ve ondan da 4 ay önce ağzının payını "balans ayarını" almış biridir. (http://www.odatv.com/n.php?n=hakki-devrime-cevabimdir--1006101200)
            Akşam’da geçen hafta Ali Saydam dostum internetten “istifaya davet”  mektubumu okuyup bana imalı göndermelerde bulunmuş. Bu lafları tekrarlayarak yaydığımı söylemiş ve bunun zararlarını da anlatmış. Bir de Hakkı Devrim gibi bir "İstanbul Beyefendisi"ni (!) karşıma almamın toplumsal risklerini aktarmış! Saydam'a da yanıt verdim: Birincisi, reklamlarda torunlara "canım cicim" diyerek, talk-show muhtarlığı yaparak insan "İstanbul Beyefendisi" sıfatını kazanmaz, lütfen abartmayalım. Bırakın bana söylediklerini bir yana, Hakkı Devrim'in Nihat Genç hakkında canlı yayında söylediği "Nihat soyadı neydi, ...hayvanat bahçesi röportajı yapan" sözlerini hangi çuvala sığdırıp kaldıracaksınız? Ya da Genç sitemle kendisini aradığında "ne b.k yersen ye, layığını bulursun" diye yanıt veren bir adam, hangi kategoriye girer? "İstanbul Beyefendisi" diline, sözlerine, tavırlarına dikkat eden başka bir düzeyin insanlarının sıfatıdır onlara haksızlık yapmayalım! İkincisi de, Saydam'a göre Devrim'in hakkımdaki sözlerini ben yaymışım... Böyle bir kaygım hiç yok! Tabii ki her ideolojik düşmanım bu tartışmada bana karşı tavır alabilir, bunu fırsat bilip ağzının suyu akarak yine saldırabilir. "Gördünüz mü Baykam hakkında Hakkı Devrim neler demiş?" diye keyifle dedikodu yayabilirler. Umurumda değil. Kendime, kimliğime ve yazdıklarıma güvenim tam. İsterlerse topluca saldırsınlar Devrim'i bahane ederek! Topuna yeterim.
            Ben artık, kolay sandığı hedeflere taş atarak kendi komplekslerini tatmin eden Hakkı Devrim’in istifa etmesi gerektiğini ısrarla vurguluyorum. Onun seviyesiz şekilde kapladığı alan, başka yazarlara açılabilecek bir sütunu fuzuli olarak işgal etmektedir. Üstelik gençler onu “duayen” bir deneyimli yazar sandıkları için Hakkı Devrim  kötü örnek olmakta, insanlar  tecrübeli ve bilge bir profil şablonuna oturtmaya çalıştıkları bir yazarın bu tavrını “demek bu normalmiş” şeklinde algılamak durumunda bırakılmaktadırlar. Bir yazarın “yaşlı” olması, çevresine sorumsuzca içeriksiz çamurlar sıçratma özgürlüğünü mü getirir? Bu mudur "basın duayenliği"nin dökülen cilası? Yaşlanmak insanlara bir bilgelik getirdiği zaman çok değerlidir. "Ben yaşlıyım her istediğime buradan her aklıma eseni sallayabilirim" demekle insan değerli bir yaşlı yazar olmaz. Bakınız örnek: İlhan Selçuk. Radikal gibi “entelektüel” bir profil çizmek isteyen bir gazeteye bu ne kadar yakışıyor, kendileri karar versinler…         
Bu tartışmada benim haksız olduğumu düşünüyorsanız, buyurun mailim altta yer alıyor beni eleştirin. Hakkı Devrim’i haksız buluyorsanız da ona yorumlarınızı yollayın (hakki.devrim@radikal.com.tr) Ben Devrim’in istifasının kendisi açısından da bir hayır getireceğine ve ait olmadığı bir alanı yapay çabalarla işgal etme yükünden kurtulup, daha sakin bir emeklilik hayatında dinlenebileceğine ve nihayet içsel krizlerini aşıp, huzura kavuşacağına inanıyorum…