29 Kasım 2011 Salı

MARKSİZM DONDURUCUDA, KEMALİZM DİMDİK AYAKTA (2) / Bedri Baykam / 29 Kasım 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Makalesi..





Kendi döneminde Atatürk’ün Türkiye için öngördüğü modelin kökeninde her türlü totaliter modelden uzak özgür ve bağımsız bir ülke vardır. Atatürk, saltanat ve şeriata karşı çıkarken, en az onlar kadar, şekillendirmekte olduğu Türkiye modeliyle her türlü dikta rejimi arasına büyük mesafe koymuştur. Çünkü Mustafa Kemal gençliğinden beri Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi yazarların düşüncelerinde somutlaşan 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenmiş, özgürlüğü modelinin merkezine almıştır. Dolayısıyla ister sağ diktatörlerin oluşturduğu katı rejimlere, ister Marksizm-Leninizm’e sıcak bakmamıştır. Sosyalist ülkelerdeki yapı ve Kemalizm arasındaki net farklar şunlardır:
Kemalizm hızla çok partili rejime geçmek istedi ve bunu 1946’dan önce de denedi; farklı fikirlerin yasak olduğu bir dünya yerine, ülkenin kuruluş felsefesini kabul eden bir yapıda muhalif partilerin oluşması için çaba harcadı, demokrasinin itici gücüne inandı. Kemalizm, Sovyet blokta görülenin tersine, devletin ekonominin tamamını kontrol edeceği bir tekel istemedi, tersine İzmir İktisat Kongresi’nde somutlaştırdığı gibi, serbest piyasa ve özel sermayenin ekonomik girişimlerinin önünü açtı. Kemalizm dini yasaklamaya yeltenmedi, herkesin inancını rejimin kuralları içerisinde özgürce yaşamasına olanak verdi. Kemalizm “halkçılık” ilkesiyle, halkı arkasına aldı, bir rejimin içine kimseyi zorla hapsetmeden devrimleri gerçekleştirdi. Gelecek kuşaklar, bir gün sözde erişilecek ütopik bir refah adına kendi ülkelerinde hapis hayatı yaşamadılar. Kemalizm, Sovyet rejimi gibi ideolojisini dünyaya yaymaya çalışan agresif bir dış siyaset izlemedi, 
“Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesiyle dünyayla karşılıklı saygı ilişkileri içerisinde bir barış politikası takip etti. Atatürk’ü ve Kemalizm’i model alan liderler ise, bunu hayranlıkları doğrultusunda kendiliğinden yaptılar. Mustafa Kemal çok net olarak Sovyet modeline başından beri karşı çıkmış, bunu özgürlükler ve ekonomik yapı açısından kendi söylemlerinde netleştirmiştir.
Zaman Atatürk’ün öngörülerini haklı çıkardı. Bir yandan Batılı müttefiklerle savaşan büyük lider, diğer yandan da ödün vermeden, başka hiçbir güç odağına yanaşmadan kendi felsefesini yaşama geçirdi. Bugün de Atatürk modelinin dimdik ayakta olması, 21. Yüzyıl'ın ekonomik gerçekleri ve yaşam tarzıyla ters düşen hiçbir zerresinin bulunmaması yadsınamaz bir gerçektir. Karma ekonomi modeli, bugün gıpta ile bakılan ileri batılı ülkelerin de kullandığı modeldir. 
Kimi arkadaşlar, makalemin başlığındaki “
Kemalizm dimdik ayakta” sözlerine takılmışlar. Yaşadığımız sürece bakıp tam tersine, Kemalizm’in çok zor bir durumda olduğuna işaret ederek… Buna verilecek yanıt ortada: Kemalizm bugün iddia edilenin aksine, felsefe, ekonomik model ve pratik uygulama olarak dimdik ayakta olduğu için bu akıl almaz saldırıların odağı haline gelmiştir. Ortadoğu coğrafyasında yeni Mustafa Kemal modelleriyle beslenen ülke istemeyen emperyalist güçler, Türkiye’de ılımlı İslam modelini pervasızca destekleyerek laik Atatürk dönemini kapatmak isteyenlere kol kanat germişlerdir. Keza, hapislerde demokrasi nöbeti tutan aydınlarımız, Kemalizm’in güçsüzlüğünü değil, yaşayan gerçek gücünü göstermektedirler. Yoksa bir düşünceden ürken ve onu yok etmek isteyenler sahte suçlamalarla ya da top tüfekle bir ülkeye veya aydınlarına saldırabilirler. Hatta hepsini yok edebilirler. Bu bile o düşüncenin artık devrini doldurduğunu değil, tersini kanıtlar. İşin özünde Kemalist Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun nedeni, Cumhuriyeti kuran CHP ve TSK gibi kurumların ve “bürokrasi”nin kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaşa teslim olmalarıyla ilişkilidir. Yoksa Kemalizm gülünç şekilde yaratılan ithamlara karşı, dimdik ayakta duran bir ideolojidir. İnsan doğasına ve onun 3. Binyıl'daki gelişim sürecine uygun, felsefesi, ekonomik modeli, hümanizması, demokrasiye, ırkçılık karşıtlığına, eğitime, bilime, sanata verdiği önemle, esnekliğiyle, tartışılmaz derecede geçerli ve çağımıza uygun bir modeldir. Aksi takdirde bu “cadı avına” dönüşen saldırılara zaten uğramazdı!
Marksizm’in yine tartışılmaz derecede hümanist hedefler içeren ama uygulanabilirliği olmadığı yaşanan süreçle somutlaşan bir siyasal akım olduğu ve öte yandan Kemalizm’in 
“çağ konvertibilitesi”ni rahatça sürdürmesinin başlıca temel gerekçeleri bunlardır. 

"Herkesten Ozur Diliyorum" / Murat Bardakci..

 "Herkesten Ozur Diliyorum"


19 maddelik özür listesi
Tarihçi Murat Bardakçı, Başbakan'ın Dersim halkından özür dilemesi üzerine ilginç bir yazı yayınladı



Ünlü tarihçi Murat Bardakçı, Habertürk gazetesindeki bugünkü köşesini, 19 maddelik bir özür metnine ayırdı. Başbakan Erdoğan'ın Dersim katliamından dolayı Tunceli halkından özür dilemesi üzerine Bardakçı, Türk tarihine ait özür listesi yayınladı.

İşte Bardakçı'nın o yazısı:


Bugün bu köşeyi tarihçi dostlarımdan birinin göndermiş olduğu bir metne, bir 'özür listesine' ayırıyorum.

* İlk Türk devletini kurmuş oldukları için Asya Hunları adına bütün insanlıktan,

* Roma'da ayağına kadar getirtip merhamet dilendirdiği için Hun İmparatoru Atilla adına Papa'dan,

* Malazgirt'te yendiği için Selçuklu İmparatoru Alparslan adına Bizans İmparatoru Romen Diyojen'den 

* Anadolu'yu Türkiye yaptığımız için Hititlerden, Friglerden, Lidyalılardan, Romalılardan ve Bizanslılardan

* Anadolu'ya yerleşmemizden sonra Haçlı Seferleri'ni başlatan ve çehresinin bindiği eşeğin suratına benzemesi ile meşhur olan papaz Piyer Lermit'ten ve Lermit'in şahsında bütün Haçlı askerlerinden

FATİH SULTAN MEHMED ADINA BİZANS'TAN

* Fatih Sultan Mehmed adına Bizanslılardan, Rumlardan ve özellikle de Bizans'ın son imparatoru Konstantin Paleolog'dan

* Yavuz Sultan Selim adına Şah İsmail'den

* Mohaç Savaşı'nda ülkelerinin hakimiyetini kaybetmelerine sebep olduğu için Kanuni Sultan Süleyman adına bütün Macarlardan

* Kuyucu Murad Paşa adına Anadolu'daki bütün isyancılardan ve Celalilerden

DÖRDÜNCÜ MURAD ADINA İRANLILAR'DAN

* Dördüncü Murad adına İranlılardan, kahve ve esrar düşkünlerinden

* Kısa süreliğine rahatsızlık verdiğimiz için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa adına Viyana halkından

* Prut'ta büyük yenilgi yaşattığı ve karısı Katerina ile ilgili dedikoduların çıkmasına sebebiyet verdiği için Baltacı Mehmed Paşa adına Rus Çarı Petro ile bütün Rus milletinden

* İspanya'daki Yahudiler'e kucak açıp kurtardığı için İkinci Bayezid adına Yahudileri katletme hevesleri kursaklarında kalan Avrupa krallarından

* İkinci Mahmud adına Alemdar Mustafa Paşa'dan

* Van'da 1915'te kurulan Ermeni Devleti'ni ortadan kaldırdıkları için İttihadçılar adına o devletin kurucularından

İTTİHADÇILAR ADINA İKİNCİ ABDÜLHAMİD'DEN

* Aldıkları nefesi bile senelerce takip ettiği için İkinci Abdülhamid adına İttihaçılar'dan, kitaplarını yasakladığı o devrin bütün yazarlarından ve Taif'e sürgüne gönderildiği kişilerden

* Tahtından indirdikleri için İttihadçılar adına İkinci Abdülhamid'den

* Atatürk adına İstanbul'daki işgal kuvvetleri kumandalarından

TÜRK TARİHİ ÖNÜNDE ÖZÜR DİLERİM

* 1922 Ağustos'unda işgalci Yunan ordusunun perişan edip başkomutanlarını esir aldığı için Kuva-yı Milliye adına işgal ordusunun başkomutanı General Trikopis'ten 

Türk Tarihi önünde özür dilerim!

Metni gönderen dostum, işte böyle yazmış ve özür listesinden, Dersim meselesine yer vermemiş...

Okuyucularım birkaç günden buyana 'Dersim konusunda neden bir şey yazmıyorsun?' diye soruyorlar; söyleyeyim , Pazar günü yayınlanacak olan sayfamda bu konu yer alacak..

22 Kasım 2011 Salı

SİLİVRİ’DEN ÇIKAN FERYATLARI DUYAN VAR MI? / Bedri Baykam / 22 KASIM 2011 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..



Öncelikle sizlerden özür diliyorum: Yine öyle şeyler yaşıyoruz ki, geçen haftadan taşan “Marksizm dondurucuda, Kemalizm Dimdik Ayakta” başlıklı makalemin devamı gelecek haftaya kaldı. Neden mi? Önce bir doğal akış sahnesiyle başlayalım…
Geçen hafta birkaç kez yine Silivri’ye gittim. Tuncay Özkan ve Balbay bizlere seansın başlamasından önce 10 dakika kadar seslenme vakti buluyorlar. Bizi ayıran mesafe, tutuksuz mahkumlara ayrılan oturma yerinin uzunluğu kadar. Yani 9-10 metre civarı. Yine uzaktan “
kavramsal kucaklaşmalar”, gülümsemeler… İkisi de önce Esin Afşar’ın kaybından duydukları büyük üzüntüyü dile getirdiler. Afşar’ın nasıl Silivri’yi izlediğini, duruşmalara arada katılarak onlara moral verdiğini, kültürel yaşamımızda onun yokluğunun doğuracağı büyük boşluğu anlatarak “sohbetimize” başladılar. Sevgili büyük değerimiz Afşar’ı bir gün önce sonsuzluğa uğurlamıştık. Herkes nefesini tutarak dinledi. Sonra bu demokrasi bekçilerinin sevenleriyle hızlı diyalog ve kitap imza süreci başladı. Yine espri yapma peşindeydi Balbay. “Nutkum tutuluyor burada” dediğimi duyunca “İşte bu haberdir arkadaşlar!” diyerek bizi güldürdü. Özkan, moralini bozuk gördüğü bazı yakın destekçilerine öyle bir hızlı “ders” verdi ki, her biri ondan koca bir rüzgar alıp, gösterdikleri zaaf belirtisini anında yok edebildiler. “Sizler dışarıda bu karanlığı yeneceğimize inanmazsanız, bizler bu mücadeleyi içeride vermeye nasıl devam edebiliriz? Faşizmi yeneceğiz” diye haykırdı Özkan. Çevreme baktım: Aynı gazetede yazdığı insanlara “merhaba” dememekten haz almaya çalışan, aynı sepete oy vermemeyi yaşam tarzı haline getiren ama aynı sorunlarla boğuşan muhalif insanlar vardı. Aynen onları temsil eden siyasiler gibi, “rakibi” sevindiren uygulamalara takılıp kaldıklarının farkında değildiler… Atatürk’ü hırpalamayı “demokratik borçları” sanacak kadar rezilleşebilen O’nun partisinin bazı mensupları ise hepimizin yüz karasıydı.
Daha sonra Hurşit Tolon uzun uzun, nasıl en sade Anayasal haklarını kullandığı için gülünç iddialarla suçlandığını anlattı. Basına açık yapılan en sade toplantıların nasıl “
gizli örgüt” buluşması havasına sokulmaya çalışıldığını kanıtlarıyla aktardı. Etkileyiciydi.
Kaşif Kozinoğlu’nun Aydınlık’ta yayınlanan 
Mektuplar’ı yenilir yutulur lokma değil: Okuduktan sonra insan eski MİT'çinin ölümüne tabii ki “olağan” gözlerle bakamıyor. Özkan “Hapiste yatacak olana öğütler” isimli kitabı yeni yayınladı. 75. sayfada şu sözler var: “Siz siz olun özellikle saat 17.20 sonrası sakın hastalanmamaya çalışın. Hele tecritte kalp krizi geçirmeyin; ancak ölünüzü bulurlar”. Hasan Ataman Yıldırım, tutuklulardan. Kozinoğlu ve Hasan Atilla Uğur’un koğuş arkadaşları. Geçen hafta panik içinde basına el yazısıyla bir yorumunu dağıttı. Bildiğiniz gibi maalesef Kozinoğlu, Özkan’ın uyardığı saatlerde 18.15 civarında kriz geçirmiş ve “ardından ancak 18.50 de gelen bir doktorsuz ambulansla Silivri hastanesine kaldırılmaya çalışılmış ve 19.15 de buraya “ölü” olarak gelmiş… ilk ağrının gelmesinden bir saat sonra hastaneye ulaşabilmiştir. Cezaevi kampüsünde bu şartlarda bütün tutuklular için bu durum aynıdır. Bizler burada ölümü bekliyoruz” diyor H. A. Yıldırım. Ve bu noktadan hareketle, Kozinoğlu’nun son iki gününde başında beklediği hasta arkadaşı Hasan Atilla Uğur’un durumuna parmak basıyor: Dışkısından kan gelen ve kalbi arızalı olan Uğur’un, özellikle Öcalan’ı sorguladığı kitabından sonra terör örgütlerinin hedefi haline geldiğini hatırlatıyor. Hem sağlık hem güvenlik açısından daha önce gittiği GATA’ya sevkini istediğini, daha sonra ise Savcının teklifi ve Yıldırım’ın da baskısıyla Çapa’ya gitmeyi kabul ettiğini ancak 16 Kasım günü yasal hakkı olan bu kararın da bozulup ancak Silivri’ye izin verildiğini aktarıyor.
Şu andaki son durum mu? Albay Atilla Uğur, tabii ki Silivri sevkini reddediyor, o hastanede ölmek yerine, koğuşta ölmeyi tercih ediyor ve Yıldırım sözlerini şöyle bağlıyor: 
“Her gün gözümün önünde eriyor. Kendisinin Çapa’ya sevk edilmesi için mahkemenizden talepte bulunuyorum. Koğuşta 2. bir ölüm istemiyorum”. 
Bizler mi? Bu insani feryatları her yöntemle Adalet Bakanlığı’ndan başlayarak yeryüzüne duyurmamız lazım kibu canlar, Uğur’dan başlayarak kurtulsun. Yoksa daha acil işleriniz mi var sanıyorsunuz? Yarın o sevki bekleyen T.C. vatandaşı, herkes olabilir. Bilmem anlatabildim mi? 

21 Kasım 2011 Pazartesi

BEDRİ BAYKAM CONTEMPORARY İSTANBUL'DA PİRAMİD SANAT LK112 STANDINDA ..




BEDRİ BAYKAM
CONTEMPORARY İSTANBUL’DA,
PİRAMİD SANAT LK-112 STANDINDA


24 - 27 Kasım 2011


Bedri Baykam, tümünü 2011 yılında ürettiği eserleri ile Contemporary İstanbul’da.Sanatçının değişmez esin kaynakları arasında olan sanat tarihi, kadınlar ve graffiti konularına özel bir derinlik katan antik ve helenik sanat, eski ustalara göndermeler, mitolojik efsaneler, canlı cansız her çeşit kolaj, fotoğraf, atık nesneler, kumaşlar ve farklı boyalar bir araya gelip bu yapıtlara hayat veriyor.
Fuarda ayrıca, Baykam’ın 2007 yılından bu yana ürettiği 4-D eserlerden de, son dönemde ürettiği, dikkat çekici bir örnek sunuluyor.


Detaylı bilgi için;

Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15-20-21)      piramidartcenter@gmail.com
 Ceyda Akın (0212 258 08 09)                       bedri.baykam@gmail.com

Contemporary İstanbul
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı

20 Kasım 2011 Pazar

PİRAMİD ÇAĞDAŞ SANAT PANELLERİ - 10..









ÇAĞDAŞ SANAT PANELLERİ - 10

KADIN, SANAT, SİYASET, ŞİDDET


Kadının Türkiye’deki Yeri
Konunun içeriğini “açmaya” gerek var mı?



Düzenleyen:      Piramid Sanat
Tarih:                 21 Kasım 2011 Pazartesi
Saat:                  18:00 - 20:00

Yöneten
Bedri Baykam (Ressam - Yazar)

Konuşmacılar
Necla Arat (CHP Eski İstanbul Milletvekili)
Bennu Gerede (Sanatçı)
Umran Sölez Tan (Emekli Hakim)







Adres: Piramid Sanat
Feridiye Cad. No: 23 Taksim

Bilgi İçin: Tuba KURTULMUŞ
Telefon: 0212 297 31 15
Faks: 0212 297 44 11
E-mail: 
info@piramidsanat.com            

18 Kasım 2011 Cuma

Bedri Baykam "Ressamdan Masallar" sergisiyle 16 Kasim - 5 Aralik 2011 MERKUR'de‏..









"RESSAMDAN MASALLAR"

Bedri Baykam 2011 yılında ürettiği tuval çalışmalarını 16 Kasım-5
Aralık 2011 tarihleri arasında MERKUR'de sergileyecek.

Bedri Baykam'ın son dönem çalışmaları bir konu bütünlüğü aramıyor.
Sanatçının değişmez esin kaynakları arasında olan sanat tarihi,
kadınlar ve graffiti konularına özel bir derinlik katan antik ve
helenik sanat, eski ustalara göndermeler, mitolojik efsaneler bir
arada ele alınıyor. Canlı cansız her çeşit kolaj, fotoğraf, atık
nesneler, kumaşlar ve farklı boyalar bu yapıtlara hayat veriyor.

Bu resimlerin ortak noktası, sanatçının üslubu ve sürekli hiç bıkmadan
kendini yeniden keşfetme ve inşa etme arzusu. Bu resimlerin her biri
tipik bir Bedri Baykam resmi, aynı zamanda taze yeni bir soluk!





MERKUR

Mim Kemal Öke Cad. Erenler Apt No:12 D:2

Nişantaşı-İstanbul

Tel: 0212 225 37 37 Fax: 0212 231 55 07

www.galerimerkur.com 
galeri@galerimerkur.com


15 Kasım 2011 Salı

MARKSİZM DONDURUCUDA, KEMALİZM DİMDİK AYAKTA… NEDEN? (1) Bedri Baykam /15 Kasım 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Makalesi..



Şu anda Türkiye’de “komünistler veya sosyalistler”e yönelik bir cadı avı yok. Emperyalizm ve “Siyasal İslam” varsa yoksa Kemalistler’in ve Kemalizm’in peşinde! Tek hedefleri, önlerinde en büyük engel olarak gördükleri Atatürkçü Düşünce’yi, savunucuları ile beraber ortadan kaldırmak. Başta Silivri Mahkemeleri olmak üzere tüm yaşananlar, Türkiye siyasi tarihinde sonsuza kadar yer alacak. Komünistler, Marksist-Leninistler, şu anda dünya konjonktüründe de gündem dışı kalmış durumdalar. Tabii ki fikirleri önemsiz demiyorum. Bu bir tespit.
Aslında bu başlık, kitap konusu. Ama şimdilik birkaç makaleyle yetinelim. Bazen yaşanmış dönemlerden sonra, korkmadan gerçeklerin adını koymak gerekir. 21.Yüzyıl’ın
“karanlıklarına” dalarken, 20.’nin bilançosunu çıkarmak lazım. Gözümüze çarpan en önemli olgulardan birini kabullenmek, Türk solunun ağır toplarına zor gelebilir. Hatta bu yorumlara alaycı gözlerle bakanlar da olabilir. Oysa objektif saptamalar getirmeliyiz: Türk solunda özellikle sosyalistlerin hatırı sayılır bir kısmı Atatürk’e saygı duymakla birlikte Kemalizm’i, genellikle Marksizm’in yanında ağırlığı olan bir “ideoloji” olarak görmediler, hatta 12 Eylül 80 darbesi sonrasında “Kenanizmle Kemalizmi karıştırıp”(!), “Atatürkçü”leri yıllarca küçümsediler. ”Kemalizm olmasa, sosyalizm konuşulabilir miydi?” diye düşünmeden! Bakalım, yaşananları somut verilerle ele aldığımızda ortaya ne çıkıyor?
Her ideoloji zaman testinden geçer. Kimi uzun, kimi kısa yaşar. Günümüz dünyasını Ortaçağ mantığı veya kraliyet yasaları ile idare edemezsiniz. İlkel toplumlarda buna yeltenseniz, kısa zamanda elinizde patlar. Nazizm, faşizm gibi totaliter rejimler de, zaman sınavlarından mağlubiyetle çıkmış, hem savaşlarda hem vicdan muhasebelerinde yerlerde sürünmüştür.
Marksizm, dünyayı en çok etkileyen siyasi teorisyen Marx ve arkadaşı Engels’in çabalarıyla teorik ürünlerini 1789 Fransız Devrimi’ni takip eden sürecin ivmesiyle 19. Yüzyıl’da vermiş, Avrupa’ya düşünsel yayılımını tamamladıktan sonra, 20. Yüzyıl’da dünyaya damgasını vurmuştur. 1917 Ekim Devrimi ile adım adım Sovyetler’in oluşturacağı 
“Sosyalist Blok” devreye sokulmuş, Soğuk Savaş’ın geçen yüzyıla yayılan “sıcak” günlerinde her fırsatta batılıların deyimleriyle “Özgür Dünya” ve“Demir Perde” savaş tehditlerinde, casusluk komplolarında karşı karşıya gelmişlerdir. 1989’da Berlin Duvarı’nın çökmesiyle de, gardı düşen bir boksör gibi, geçmişine bakmaksızın Sosyalist ülkeler bağımsızlıklarını ilan ederek bu rejimi terk etmişlerdir. Böylece iyi “eşitlikçi” niyetlerle, derin ve haklı bir kapitalizm eleştirisi ve yeni sınıfsız toplum/ “proletarya diktatörlüğü” üzerine kurulu bir muhteşem ütopya, günah ve sevaplarıyla değerlendirilmek üzere “İmtiyazlı Komünist Parti” modeliyle beraber tarihin raflarına kaldırılmıştır. Bazı istisna ülkeler haricinde, son 20 yılda “sosyalist sol”,daha çok sosyal-demokrasi tarafından çok partili parlamenter rejimlerde temsil edilmiş, tek parti diktatoryası fikri, totaliter hevesliler dışında mahcubiyet içinde terkedilmiştir.
Burada “Sosyalizm”den, S.S.C.B.’nin ideolojisi doğrultusunda, Komünist rejimin ideolojik tanımlaması olarak söz ettiğimi vurgulayarak, batılı “Sosyalist partiler”in demokrasi içindeki varlıklarının çok farklı olduğunu hatırlatırım. Sosyalizmin çöküşünün ana nedeni, tüm iyi niyeti ve sömürü karşıtı adaletli rejim tasarısına rağmen, pratikte işlemesi imkansız bir modele sığınmış olmasındandır. İnsan doğasının 
“gelişme, yarışma, hayal etme, özgür olma” gibi güdülerini yok sayan bu siyasal felsefe, herkesi mutlu etmenin hayallerini kurarken, neredeyse tüm kontrol ettiği ülkelerde halkın çoğunluğunu “o ülkeden kaçmak için ölmeye hazır” hale getirmiştir. Sosyalist Blok’ta yasaklar, tehdit ve işkenceler, rejimi koruma adına gizli polis ve yoldaş ihbar ağları ile oluşturulan karanlık dönemler ve yok edilen üç kuşak insan, ortaya ağır bir fatura bırakmıştır. Kemalizm ise, en başından itibaren Sovyetler’le götürdüğü dostça dış politikaya rağmen, hiçbir zaman Sosyalist bir rejim fikrine sıcak bakmamış, kendi modelini oluşturmuştur. Bugün de bu modelin hala dimdik ayakta olması, onu emperyalist sömürgeci güçlerin, şeriatçı totaliter rejim düşkünlerinin “1” numaralı düşmanı haline getirmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’e fikren bağlı aydın insanların tüm siyasal ahlak dışı maruz kaldıkları sabotaj ve baskılara rağmen giderek artan sayısı, bunun somut kanıtlarından yalnız biridir. Haftaya bu konuyu açarak yanıtların derin gerekçelerine yaklaşacağız.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Bahri GENÇ "YÜZLERDEN GİZLER" isimli sergisi ile Piramid Sanat'ta! 17 Kasım 2011 - 4 Ocak 2012‏..


Bahri GENÇ

"YÜZLERDEN GİZLER"

17 Kasım 2011 – 4 Ocak 2012

Bahri Genç'in son dönemini kapsayan, akrilik, yağlı boya ve karışık teknikle yaptığı portrelerinden oluşan “Yüzlerden Gizler” sergisi 17 Kasım 2011 Perşembe günü
Piramid Sanat'ta açılıyor.

Portre resmine yeni bir soluk getiren Genç, çağdaş bir portre yorumcusu. Kendi kuşağı içinde farklı üslubuyla sanat ortamında adını duyururken, birçok genç sanatçıyı da etkileyen bir çekim alanı yaratıyor.  Ortaya koyduğu yeni yaklaşımla soyut biçim anlayışını izleyerek, geleneksel üslubunu da bırakmadan, kendine özgü soyutlamacı tekniğiyle dışavurumcu bir üslup doğrultunda yeni bir realizme giden plastik bir dil yaratıyor.

Sanatçının son dönemde yaptığı portreler, soyutlamacı tekniğini daha ileri bir aşamaya götürmesi yönünden önemlidir. Yaşantı içerikleriyle dolu yoğun bir duygu aktarımını gerçekleştirdiği  portrelerinde; ölümün karşısına yaşamı koyan sanatçı; içselleştirdiği “şeyleri” modellerinin imgeleri aracılığıyla dışa vurur, yoğun bir duygu aktarımını gerçekleştiriyor.


Sergi, 4 Ocak 2012 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir…




Açılış 17 Kasım 2011 Perşembe
Saat: 18:00 – 21:00
Yer: Piramid Sanat (Feridiye Cad. No: 23 – 25 Taksim)

Bilgi İçin: Tuba Kurtulmuş
Tel: 0212 297 31 15-20-21


8 Kasım 2011 Salı

KURBAN BAYRAMI VE SİLİVRİ TUTSAKLARI… Bedri Baykam / 8 Kasim 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Geçen Cuma günü 1. Ergenekon davasını izlemek üzere yurtsever arkadaşlarla beraber, yine Silivri’ye gittik. İstanbul’dan 100 km uzağa atılan o soğuk yığma binalar, tarihimize demokrasimizin yüz akı olarak geçmeyecekler. Büyük ihtimalle ileriki dönemlerde, içinde “demokrasi ve özgürlük panelleri”nin yapılacağı acı bir anı binası olarak saklanacaklar. Bu cezaevi “kampüsü” ileride geliştirilerek bir üniversiteye dönüştürülür mü bilemem; keşke o günleri de görebilsek!
Pardon, unuttum! Aman anneciğim kızmasın! Öncelikle değerli okurlarımın bayramını kutlarım. Umarım Türkiye’nin bir türlü erişemediği o huzur ve barış dolu günlere her vatandaşımız kendi dünyasında ulaşmaya çalışıyordur. Deneyin, barış halkanızı genişletmeyi. Gidin, sorunlarınızı konuşamadığınız bir akrabanız veya dostunuzu arayın, korkmadan konuşun. Ayrıca şu basit cümlenin değerini bilin. Bakın “gidin” diyorum, çünkü istediğiniz yere gidebilirsiniz. Ama herkes aynı durumda değil. Mesela Doğu Perinçek, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Soner Yalçın, Hikmet Çiçek, Ergun Poyraz, Nedim Şener ve Ahmet Şık da her yere gitmek isterler, ama en çok havalandırmaya çıkabilecekler yine. Onlar “neden biz içerideyiz, bunu bilen ve bize anlatabilecek tek Allah’ın kulu var mı?” diye makale ve kitaplarında haklı olarak yakınmaya devam ederken, bizim bayramda yaşayabileceğimiz gerçekten “mutlu” bir an olabilir mi? “Ben insanım” diyen herkes, bu günleri tüm ağırlığı ve dramını içselleştirerek geri kalan günlük hayatı yaşamaya mecbur… İki saat boyunca bir sinema salonunda sıkıldığında duvarlara tırmanmak isteyenlere sorarım: Dört yıl içeride yatan siz olsaydınız, ne hissederdiniz? Özel hayatınız, iş hayatınız ne olurdu…
Yaşamının hatırı sayılır bir kısmını “içeride” bu akıl almaz nahoş şartlarda geçirirken makale, kitap yazmaya, dik durmaya devam eden her aydın tarihe ayrı bir statüde geçiyor, dosta düşmana parmak ısırtıyor. Mesela Doğu Perinçek. O yaşında cezaevinde Cumhuriyet nöbeti tutarken, bir insan nasıl gündemi bu kadar yakından, neredeyse kendi belirleyecek kadar takip edebilir? Bu nasıl bir özgüven ve örnek öncü duruşudur! Uğradığım saldırıdan sonra kendisini ilk defa görmeye gidebildim. Hasretle sarılamadık belki, ama o sıcak sözler ve dostça bakışlarla aradaki 11 metreyi , yani “bir penaltılık” mesafeyi eritebildik. “Evet, bir örgüt var, ama bu Türkiye’yi parçalayan, tasfiye eden Amerikan vesayeti altına götüren bir örgüt var. Türk milleti kesinlikle bu komployu yıkacak, tarihe gömecek” diye haykırıyor Perinçek ve hakimlere soruyor: “Siz bu davanın neresindesiniz? Aleyhinde delil yokken, suçsuz insanlar daha ne kadar içeride kalacaklar? Bu davanın artık son aşamasına gelindi, tarihe karşı sorumluluğunuz var!”
Yalnız Perinçek mi? Her biri, Hikmet Çiçek’le başlayarak sırayla tarihi konuşmalar yapıyorlar. Çiçek, Emniyet’te “Ergenekon” adlı hiçbir örgüt izine rastlanılmadığı raporunu hatırlattıktan sonra, “40 yıldır Gladyo ile mücadele eden insanları hapse tıkarak bu örgütle mücadele edemezsiniz” diyor. Düzenledikleri “Susurluk Sempozyumu”na konuşmacı olarak katılan yedi kişinin nasıl olup da Silivri’de yargılandığını soruyor! Mehmet Demirtaş ise hakime şunları söylüyor: “Sayın Hakim, 3 Ekim’de konuşma hakkımızı 15 dakikaya indirdiniz. Aslında 5 dakikaya indirin derim. Bu davada 15 dakikalık anlatılacak bir şey kalmamıştır. 5 yıldır içerideyim ve davaya bir açıklama bulamıyorum. Dava matruşka bebeklere döndü. Devşirmelerin iftiraları, Danıştay davası, Molotof davası derken sürüyor. ‘Polis bana bomba verdi’ diyenler, kimsenin hoşuna gitmiyor. Kazanın doğduğuna inanıp, öldüğüne inanmayanlar var. Abim intihar etti, annem beyin felci geçirdi”.
Başka neler mi oldu? Kerinçsiz, Muzaffer Tekin, Veli Küçük konuştular. Onları dinlerken, “liberal” basında yerden yere vurulan, imajı paramparça edilen bu insanlarla, “2. Cumhuriyetçi” kaç yazarın, bir açık oturumda karşı karşıya gelmeye cesaret edeceğini merak ettim. “Yoksa bunu merak etmem de mi yasak?” diye acı acı gülümsedim. Bu ülkede demokrasinin o kadar çok “ucube”(!) tarifi var ki! Sonra duruşma salonunun karşısındaki demokrat insanların mertçe direnişini taşıyan çadırlara uğradık. Dost insanlarla birbirimize moral verip, fotoğraf çektirdik. Bu kurban bayramının, aydınlanmacı insanların “kurban” yerine kondukları son acı bayram olmasını diledik hep beraber…

6 Kasım 2011 Pazar

Beklenen kaza‏..

Fenerbahçe serisini başlatan rakibi Sivasspor a karşı, liderliğini ve rekorunu sağlama alma amacıyla maça temkinli başladı. Sarı lacivertlilerde yeni transfer Sezer, ilk 11 de ilk defa yer alırken Alex'in boşluğunu doldurmak gibi bir sorumlulukla uğraşmak durumunda kalması onun adına şanssızlıktı.

Maç futbol adına beklenilen seviyeye yaklaşamadan ilk yarının büyük kısmı kısır futbolla geçti. Ziegler in erken gelen sakatlığı ise Fenerbahçe defansını oldukça zor durumda bıraktı. Bunun ardından Sivas'ın üst üste kaçırdığı bir kaç pozisyon geldi. Grosicki nin ortası ve Pedriel'in kafasında Bekir, Volkan'ı geçen topu çizgiden çıkardı. Bunun hemen ardından ise Pedriel'in asistiyle ceza sahasına giren Eneramo, net ofsayttan ve Volkan ın bacak arasından dar acıya rağmen ağları buldu.

İkinci yarıya Fenerbahçe pasif kalan Sezer'in yerine Selçuğu alarak başladı. Buna rağmen yine 2. yarıya hakim başlayan taraf Sivastı. Sanki rakiplerinden bir kaç futbolcu fazlayla oynayan kırmızı beyazlar, sahaya yayılışlarıyla hem orta sahayı kilitlediler, hem ileride ve geride çoğalmayı bildiler. Alex in yokluğunu hem oyun, hem de psikolojik açıdan hazmedemeyen sarı lacivertliler, bir türlü maça giremedi. Stoch'un 69. dakikadaki cılız şutu Fenerbahçe adına 2. yarıda ilk ciddi ataktı. Grosicki, 72. dakikada Eneramo ile verkaça girdikten sonra sagdan ceza sahasına girdi ve Volkan'ın da kısa çıkmasından yaralanarak 2. golü de atmayı başardı. 83. dakikada Caner çizgiden farkın 3 e çıkmasını engelledi.

Fenerbahçe'nin haftalardır alarm sinyalleri veren oyun kurgusu, kaptanlarının yokluğunda acizliğe dönüşürken, bir Sivas maçıyla başlayan 28 maçlık seri, başka bir Sivas maçıyla sona ermiş oldu.Fenerbahçe'de hiç kimsenin sivrilmezken maçın neredeyse "gol pozisyonsuz" kapanmış olması, gelecek haftalar için karanlık bulutların habercisi...

2 Kasım 2011 Çarşamba

RUEFF TEKNİĞİ İLE ACISIZ KURBANLIKLAR / Bedri Baykam / 1 Kasım 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Alman kökenli Rueff tekniğiyle, kurbanlıklar sorunsuz kesime hazır hale getirilebiliyormuş. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal edildi. Deprem ve şehitleri öne sürünce, Cumhuriyeti kutlamak “out” sayılıyormuş. Canım bahaneye ne gerek var? Toptan yasaklayalım gitsin. Kim ağzını açabilir ki artık? Hepsi kontrol ve boyunduruk altında değil mi? Kemal bir-iki konuşur sakinleşir, zaten o da bizimle ters düşüp “yeni seçmen profilinden, hedef kitlesinden kötü puan almak istemez di mi?? Sakarya Veteriner Hekimler Odası Başkanı Mehmet Yıldız, hayvanları muayene etmek amacıyla geliştirilen “Rueff” tekniğinin kurbanlık hayvanların kesime hazırlanması için rahatlıkla kullanılabileceğini söyledi. Daha önce de Ankara’da Gazi’nin Ankara’ya gelişini kutlamak için “Garnizon Koşusu”yla caddeleri onurlandırmak isteyen TSK’ya, Ankara Valisi kırmızı kart çıkarıp güzergah sorununu dile getirip “Çok trafik var, şimdilerde sırası değil” tarzından bir şeyler söylemiş ve “izin” vermemişti. Yahu baksana, Ordu bile önümüzde hazır ve nazır. Polis desen, zaten toptan yönetimimizin gözüne girmeye çalışan ve uyumluluk konusunda tam puan alan bir örnek kurum. Devir artık bizim devrimiz… Turgut bile geniş çevrenin şu hallerini görseydi küçük dilini yutardı! Kesimden önce kurbanlık hayvana sert davranılmaması ve yüksek seslerle yaklaşmamak gerektiğine dikkat çeken Yıldız, hayvanın zarar verebileceği arka ayakları ve boynuzlarına dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. Komutanlar toptan istifa edip emekliye ayrıldılar, Hükümet hemen teşekkür edip kabul etti, YAŞ görüşmelerinde henüz Genel Kurmay Başkanı olmadığı için Başbakan masanın ortasında karşı tarafta tek başına oturdu. Yüce medyamız bu “sivilleşmeyi” avuçlarından kan gelinceye kadar alkışlayarak kutladı! Oh, böylesi çok daha iyi oldu, arayıp da bulamadığımız durum! Sen misin çekilen? Ne zannettin? Millet peşinden koşarak gelip “aman n’olur biz ettik sen etme” diye ayağının altına köprü kurup saçını süpürge mi edecekti? Hayvanla el temasına girmenin kurbanlığın sakinleşmesi açısından önem taşıdığını ifade eden Yıldız, “hayvan sizi hissetsin ki, sizden tehlike gelmeyeceğini bilsin” dedi. Arınç, “Yaşanan uzun tutukluluk süreleri doğru değil. Bu insanları (Deniz Feneri!) tahliye eden hakimin verdiği kararın, başka hakimlere de örnek olmasını diliyorum… Vekil seçilmiş Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Engin Alan’a parlamento hakkı tanınmamasını vicdanım kabul etmiyor”. Tarih böyle bir kuşak görmedi azizim, şaka gibi, ne desek bodoslama inanıyorlar. Tarihin gördüğü en uslu, en temkinli ve tartışmasız en rahatına meraklı kesim bunlar. Zaten inan bana, onlar “bir şeye inanmaları gerektiği için” bu senaryoları yutuyorlar. Rueff tekniği, bir Alman veteriner hekim tarafından geliştirilmiş, amacı da hayvanları muayene etmek. 100 yıl önce (10 yıl ÖNCEE!) anestezi bu kadar gelişmiş değildi. Bu yöntem kurban için çok ideal. Arınç’ın bu itirazını Adalet Bakanı Ergin’in bir toplantıda sarf ettiği “‘tüm çabamız, daha bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşturulmasında’ sözleriyle beraber değerlendirmek gerekir” dedi Güngör Mengi. İyi ki çocukları daha fazla sıkıp içerde bırakmamışız, baksana, dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Bunlar tertemiz çocuklar, işte sana tek temiz Fener! Diğer Bahçe’lisine de zaten sıra geleceği yok! Bu teknik 4 aşamalı bir bağlama süreci. Öncelikle hayvanı sağlam bir yere bağlıyoruz. Belirli bir mesafe gerekiyor. Çünkü hayvan yere yattığı zaman boynuzunun askıda olması lazım. 2. aşamada, hayvanı boynuzu veya boynundan kördüğüm atarak bağlıyoruz ki hareket edebilsin. İpin boşluğunu da almak gerekiyor. Daha sonra da ipi göğsünün altından geçiriyoruz. “Bu Anayasa ile Türkiye ‘ileri demokrasi’ sürecine geçiyor. Batı ülkelerinde bile olmayan bir demokrasiden söz ediyoruz!..” Yahu Hoca’nın takımı, hep “şeriat” diyordu, adamın başı dertten kurtulmadı: Bak biz tıpatıp aynı şeylerin adını sadece “demokrasi” koyarak her derdi hallettik, hem de o biçim bir süratle! Son olarak da, kasık bölgesinden bağlıyoruz ve ipi kuyruk hizasından arkaya doğru uzatarak geçiriyoruz. Hayvan bu şekilde çevresine zarar veremeden ve zarar görmeden yatıyor. Bu yolla kazaları engelleyebilirsiniz. Yıldız, kurban kesimi sırasında vahşi görüntülerin önüne geçilmesi ve kurbanlıkların gözlerinin bağlanması gerektiğini sözlerine ekledi. HAYIRLI BAYRAMLAR, İYİ UYKULAR!

1 Kasım 2011 Salı

Onur savaşı / Bedri Baykam / Fotogol Fenerbahçe-Karabükspor yazı‏sı

Bir maç düşünün ki; Henüz 6. dakikada takımlardan birinin centilmenliği ile ünlü veziri abartılı bir ağır kararla bir anda satranç tahtasının dışına alınıyor. Ve o anda yaşanan büyük protestoların ardından, hakem maçın kontrolünü neredeyse toptan kaybediyor. Gereksiz düdükler, hatayı affettirmek için alakasız fauller ve çileden çıkarılan bir seyirci…

Dün nerdeyse maçın tamamını hesapta olmadan 110 kişi oynamaya mecbur kalan sarı-lacivertliler, yine ortaya muhteşem bir futbol koymadılar, ama her biri arzulu, kararlı bir mücadele içinde takımları için bir onur savaşı verdiklerinin bilincinde idiler.

Ağır stresle başlayan maçın 15. dakikasında Bienvenu amatörce bir vuruşla boş kaleye golü kaçırdıktan 1 dakika sonra Topuz’un harika ara pasını aynı güzellikte tamamlayarak kendini affettirdi.

Fenerbahçe maç boyunca ikinci gole çok yaklaştı. Özelikle Bienvenu, Caner ve Baroni’nin kurdukları üçgenlerden birinde, Topuz’un direkten dönen şutuna yazık oldu.

Hakem yine ikinci yarının başında Caner’in taşıdığı topta Bienvenu rakip kaleci ile karşı karşıyayken önceki pozisyona faul çalarak seyircileri bir kez daha çıldırttı. Sarı-lacivertliler özellikle 2. yarıda yardım sorunları yaşadılar. Hatta bir ara skoru korumak isteyen bir Anadolu takımı gibi ileride iki kişi bırakarak orta saha ve savunmaya erkenden yığıldı.

Bu dakikalarda bence Kocaman, Selçuk yerine Stoch’u tercih etmeliydi. Volkan belki çok iyi kurtarışlar yapmadı ama birkaç pozisyonda maça ağırlığını koyarak bir kaza golü engel oldu.

Sonuçta Fenerbahçe, bütün bu olumsuzlara ve maalesef giderek kendilerini kabus gibi kuşatan çok şüpheli hakem olumsuzluklarına rağmen 9 maç sonunda namağlup liderliğini sürdürdü. Ve başkanlarına şimdiden en doğum günü hediyesini verdiler.

Herkes elini vicdanına koysun; Trabzonspor’un Antalyaspor’aa karşı “kazandığı” maçta kullandığı penaltı Fenerbahçe’ye çalınsaydı, veya Alex’e reva görülen kırmızı kart Burak Yılmaz’a verilseydi, bugün Trabzon’da kaç kişi yürüyüş yapardı?