2 Nisan 2013 Salı

BEDRİ BAYKAM NEW YORK'TA "ÇERÇEVELENMİŞ CANLI ZAMAN VE UZAM" SERGİLİYOR‏

BEDRİ BAYKAM NEW YORK’TA “ÇERÇEVELENMİŞ CANLI ZAMAN VE UZAM” SERGİLİYOR 
("FRAMED LIVE TIME AND SPACE")
3 Nisan –12 Mayıs, 2013
Açılış kokteyli: 3 Nisan 2013, Çarşamba 18:00-20:30
The Proposition
2 Extra Place (East 1st Street off Bowery) New York, NY 10003
 
 
Bedri Baykam’ın New York The Proposition Gallery’de açılacak olan yeni kavramsal sergisinde, çift taraflı olarak hazırlanmış 7 boş çerçeve tavandan asılıyor. Sanatçı, çerçevelerin aslında boş olmadığını, gerçekte bizecanlı bir zaman ve uzam sunduğunu belirtiyor. Akan zaman ve yaşamı içine alan çerçeveler, bu sunumla gerçekçiliğin, 3 boyutluluğun ve Kavramsal Sanat’ın kesişme noktası haline geliyor. Baykam, bu çıkışıyla birlikte, sanatçıların tüm dünyada Duchamp’la başlayan ve 100 yıldır takıntılı bir şekilde süregelen “Hazır-Yapım”la ilişkilerinin sonsuza dek değişeceğini savunuyor. Baykam, daha önce defalarca Amerika’da, özellikle New York ve California’da, yoğun boyasal tuallerden fotopentürlere, 3 boyutlu nesne ve enstalasyonlardan siyasi performanslara, kolaj çalışmalardan büyük ilgi gören “4-D” işlere kadar, çok katmanlı sergilere imza atmış bir sanatçı. Sürekli yeniyi arayan ve bu tavrıyla yerli ve yabancı sanatseverleri şaşırtmayı başaran Baykam, bu kez de dünyanın bir numaralı sanat merkezinde “boş çerçeveler” sergilemeyi tercih ediyor. Tabii aslında bunlar sadece ilk algılamada “boş” sandığımız işler…

Sergi için hazırlanan katalog New York’lu ünlü eleştirmen Robert C. Morgan ve Türkiye’de sanat eleştirisinin önde gelen ismi Hasan Bülent Kahraman’ın bu son çalışmalar hakkındaki makalelerini içeriyor. Baykam’ın kataloğun giriş sayfalarında paylaştığı, “boş çerçeveler” ile ilgili kendi notlarıysa şöyle:
• Çift taraflı çerçeveler boş görünüyor olabilir. Ancak bu boşluğa hiçlik olarak bakılamaz. Bu düzlemde her şey, hiçbir şeyle aynı havayı soluyor.
• Bu çerçevelerin dışında, sokaktan galeriye ve/veya galeriden sokağa bakanlar farklı gözlemleri yaşamış oluyorlar.
• Gerçekte ise yaşanan şu: Nesnelerle olan, artık neredeyse refleks tekrarına tabii tekerlemelere son vermek için göz ve uzam kullanılmış. Sanatçıların 100 yıldır nesneyle süregelen“obsesyonel” ilişkileri bir kenara alınıp onun yerine uzama taşınan çerçeve ile göz her noktada farklı bir algı gerçekleştiriyor. Çerçevenin içinde oluşan her görüntü canlı ve tekil. Zaman ve mekan sürekli değişmesine karşın beraberce paketlenmiş ve çerçevelenmişler. Gerçeklik, üç boyut ve Kavramsal Sanat burada tam olarak kesişiyorlar. Burada konu artık Hazır-Yapım kavramının 7. kuşak sözde dahileri tarafından galeri ve müzelerde üst üste yığılmış nesneler değil. Konunun hakimi, izleyicinin gözü tarafından takip edilen aktif uzam alanı. 100 yıldır nesneye, Hazır-Yapım’a verilen kilit rolden nihayet uzaklaşılabiliyor.
• Bu hareketle dikdörtgen sanat alanı, kurgusal yüzeyi üstünden Kavramsal Sanat ile buluşmuş oluyor. Bu “total sanat” diye adlandırılabilecek bir hamle.
• Bundan daha gerçekçi, daha kavramsal, daha küstah ve meydan okuyan, ama bunlara karşın daha sade olmak kolay değil.
• Nasıl ki Hazır-Yapımlar bize günlük nesneleri farklı görmeyi ve okumayı öğrettiyse, bu işler de tüm uzama, yani yaşam alanına farklı bakmayı öğretecek. Böylece sanat ve yaşam arasındaki tüm sınırlar yok olacak. Kimbilir sanat ve yaşam arasındaki o ince uçurumda gidip gelerek sanat yaptığını izah eden ünlü Amerikalı asamblaj sanatçısı Robert Rauschenberg buna ne derdi!
• Paris’te, 15 Şubat 2013’de yayınlanan Le Figaro gazetesi manşetten “Duchamp’ın gereğinden fazla yer kaplayan mirası”ndan söz ediyor. Benim de 1992 yılında bir konferansımda Post-Duchamp Krizi olarak tanımladığım bu sağlıksız ilişki (ki daha sonra 1994’te Maymunların Resim Yapma Hakkı kitabımın 2. bölümünün başlığını oluşturdu), 100 yıldır altı-yedi kuşak sanatçı için neredeyse hipnotik bir takıntı haline gelmişti. Çıkış yolu ise uzamda ve insan gözündeydi.
• Bu dönüştürülmüş sade okuma her tarafa taşınabilir. Ama öte yandan doruk noktasını da galeride veya müze alanında yaşayacağını söyleyebiliriz. Çünkü , sade ve günlük çevre ile, sanatın yarattığı “kutsal alan” dikdörtgen çerçevede kesişiyor. Sanat artık geleneksel avangard sınırını aşıp bu yolla tüm yaşam uzamı üstünde hükümranlığını kurabilir!

AÇTIĞIM EN ÖNEMLİ/RİSKLİ SERGİ… / Bedri Baykam / 2 Nisan 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Yaptığımız mesleğin ülkede pek karşılığı yok. Maalesef bu örneği hep veriyorum: Devlet belki 110.000 camii inşa etmiş, 1 (bir) modern sanat müzesi inşa etmemiş. Bir maçı 110.000’e sıfır kaybetmek kolay şey değil! Yani tek başına AKP hükümetinin suçu değil. Bu “başarı”yı (!) Ecevit, Erbakan, Çiller, Özal, Evren, Demirel hepsi birden paylaşıyorlar!
           Tam 50 yıldır uluslararası düzeyde sergi açıyorum. En çok kişisel sergi açtığım kentler, Istanbul, Paris, Ankara ve New York. Bu sezon, fuarları saymazsak, Ankara, İstanbul dışında Berlin ve Paris’te sergi açtım. Yarın New York’ta açılacak olan ise, yalnız bunlardan değil, 125 kişisel serginin hepsinden farklı. Sanat tarihsel olarak ne yapacağımı köşe yazısına sığdırmak zor. İçerikli gerekçelerini öğrenmek isteyenler sergi kataloğuna ulaşabilirler. Bu yayında Amerikalı Robert C. Morgan ve Hasan Bülent Kahraman’ın makaleleri var. Kahraman’ın İngilizce olarak kaleme aldığı yazı, bence Türk sanat eleştirisinin uluslararası seviyede bir mihenk taşı olarak hatırlanacak: Konuya felsefi, sanat tarihsel ve benim tarihçem açılarından yaklaşmış.
            Gelelim özetle kavramsal çıkışlı sergim hakkında aktaracaklarıma… New York’ta yalnız 7 adet çift taraflı, tavandan asılan çerçeve sergiliyorum. 180×120 veya 150×150 cm civarında birbirinden farklı çerçeveler. İlk bakışta bu çerçevelerin içi “boş”.Yani resim yok, fotoğraf yok, kağıt yok, video yok. Bu çerçevenin içinde “hiçbir şey yok” denebileceği gibi, “hiçlik” kavramının varlığı söz konusu olabilir. Öte yandan aslında dikkat edersek bu çerçevenin içi boş değil, dolu. Çünkü içine, arkasında ne varsa, onun görüntüleri giriyor. Bu görüntü hem üç boyutlu, hem iliğine kadar gerçekçi, hem de bu sanatsal algılama görsel olmasının yanısıra aslında kavramsal. Bu işlerde zaman ve mekan, sürekli değişmelerine karşın canlı olarak “paketlenmiş” durumdalar. Çerçevenin içinde düz bir satıh yok. Ancak biz bulunduğumuz mesafeden o dikdörtgenin içinde net bir görüntüyle karşı karşıyayız. Bu, kurgusal plandaki hayali yüzeyde gerçekleşiyor.
            Bu farklı yaklaşımı ortaya koyuşumun ana nedenlerinden biri, Fransız sanatçı Marcel Duchamp’ın tam 100 yıl önce ortaya koyduğu “Hazır-Yapım” kavramının neden olduğu tıkanıklığı gidermek. 1913’de, New York’taki Armory Show’un jürisine bir “pisuar” yollayan Duchamp, özetle “Ben bir endüstriyel üretim parçasına ‘sanat eseri’ diye bakarsam, o andan itibaren galeri mekanında o parça sanat eseri statüsüne geçmiş olur” demiş oluyor. Bu “buluş” bir asır boyunca, 6-7 kuşak sanatçı tarafından resmen sömürüldü. Duchamp’ın müstehzi kişiliğiyle aldığı bu risk, onu haklı olarak sanat dünyasında Picasso gücünde bir yere koyarken, takipçileri işin kolayına kaçıp farklı “Hazır-Yapım”ları salonlara taşıyarak gövde gösterisi yapmış oldular. 1992 yılında “Post-Duchamp Krizi” olarak tanımladığım bu tıkanıklığa, geçtiğimiz 15 Şubat’ta parmak basan Le Figaro gazetesi, “Duchamp’ın fazla yer kaplayan ve sanatçıların bir türlü içinden çıkamadıkları mirası”ndan söz ediyordu. Mesela son yılların astronomik fiyatlı sanatçılarından Damien Hirst, sergi salonuna içi dolu ecza dolapları veya kül tablalarını yerleştirip bunları on milyonlara satarken, bence aslında bu tıkanıklığın spekülatif olarak başarılı bir temsilcisi olmaktan öteye gidemiyor. Sanatçılar nesnelere neredeyse hipnotize olmuş gibi bakıp bu tekrara esir düştükçe tuzak büyüdü. Önerdiğim çıkış ise, nesneyi terk edip çerçeveyi uzama çekerek gözün bu aktif alanda yaşayacağı sonsuz görüntü selinin farkına varmak.
           “Böyle sanat olur mu, bu ne saçmalık!” sorusunu sordurabiliyorsam, ne mutlu bana. Bunu yapamayan hiçbir sanatçı sanat tarihinde bir kapı açamadı. Diğer en malum tepki olan “Bunu ben de yaparım!”a gelince; iki yanıtı var:“Evet doğru, yapabilirdin. Ama yapmadın. Başkası yaptı. Paul Klee veya Mondrian resimlerini de yapabilirsin rahatlıkla. Ama taklit olur, hepsi bu”. “Çerçeveyi uzama özgür olarak taşımak ve her görüntüyü ‘o anın eseri’ ilan etmenin ne ilginçliği var ki?” diyenler olabilir. O yanıt da kolay: 100 yıldır ellerine geçirdikleri her şeyi “Hazır-Yapım” teziyle ortaya bırakıp giden furyanın içinde, bir fark ortaya koymayı hedefliyor bu yaklaşım. Başarı şansı ne kadar? Benim için bu sorunun var olması bile sanatsal girişimin risk faktörü ve meydan okuma kapasitesini gösteriyor. Herhalde fuarlarda savaşı verilen sanatsal piyasa ve ciro çabalarından daha heyecanlı diye düşünüyorum.
             İşte bu özet cümlelerle mantığını aktarabileceğim New York maceramı ilk sizlerle paylaşmak istedim, değerli okuyucularım. Ne de olsa sırdaşız!

 Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Bedri Baykam shows double sided empty frames in NYC at the Proposition




BEDRİ BAYKAM shows 
“FRAMED LIVE TIME AND SPACE” 
April 3 – May 12, 2013
Opening Reception: Wednesday, April 3rd; 6 – 8pm
The Proposition
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery)
New York, NY 10003
Gallery Hours: Wednesday – Sunday, 12 – 6pm
For additional information please contact Ronald Sosinski, Director 


Bedri Baykam’s show at The Proposition features 7 double-sided empty frames installed hanging from the ceiling. Baykam says that these frames are not empty but rather "framed live time and space". The artist asserts that "framing live time and space" creates a phenomenal situation---theouter limit, where realism, 3D and conceptual art meet. He believes that this exhibition will forever alter the 100 year long obsessive relationship of generations of artists with the object originated by Duchamp's Ready-Made...

Baykam, one of the most internationally renowned Turkish artists, has shown several times in the USA, New York and California. He is known for his versatile and multi-faceted works with a rich spectrum ranging from heavily textured canvases to painted photos, three dimensional objects and political installations live performances as well as a very developed portfolio of large size "4-D" lenticular works. But this time in New York, he chooses to show only empty frames... at least at first look!

The catalog accompanying the exhibition includes essays by NY critic Robert C. Morgan and Turkish critic Hasan Bülent Kahraman along with Baykam’s own commentary:
• The both sided frame looks empty. But what is shown can not be looked just as nothingness. Here everything breathes the same air as nothing. 
• Every image is single and changes every other second in a continuous flow. 
• Space and time are framed and packed together although they change constantly. 
• Every image is live and ephemeral.
• This is the outer limit where realism, 3D and conceptual art intersect. 
• This is not the ‘ready-made’ revisited by its 5th generation of would be geniuses piling anything on top of another in any museum or gallery. 
• Here, the master of the situation is the active space as followed by the viewer. The key role given to the object, the ‘ready-made’ has shifted away. 
• It brings together the fictitious rectangle plane of the art work with conceptual art. It’s total art. It’s hard to be more realistic, more conceptual, more challenging, more arrogant and simpler. 
• Just as the ready-made has taught us to read the objects and look at them differently, these pieces will enable us to look at ‘life space’ differently and all the frontiers between life and art will blow up.(Oh, Dear Bob!)  
• Duchamp's "Bulky Heritage" (Le Figaro-15th of February, 2013) which I had defined back in 1991 as the "Post-Duchamp Crisis" in my conference (and later my 1994 Book - see p.46) had become an almost hypnotizing obsession for so many generations of artists. The way out was in the air and the human eye.
• This concept/object can be taken out anywhere, might reach its climax even more in the gallery or the museum space: There, the most daily and simple environment will mix with the ‘holy space’ where art is shown and worshiped. Art can now transcend its own "traditional boundaries" and reign over ‘life space’.

Art Actuel – Bedri Baykam






APO İMRALI’DAN BİLDİRDİ!… / Bedri Baykam / 26 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi.


      
Acaba bu sefer ülkede neler olup bittiği anlaşılacak mı? Kırmızı çizgileri sararmış ve morarmış ülkemde gören duyan zanneder ki, siyahların tutsaklığı sürüyordu da, birden devrim geldi; onları özgürleştirdi! Ya da seçme seçilme, toprak sahibi olma hakları olmayan bir grup insan vardı da, onlara hakları verileceği söylendi ilk defa…  Hep tekrarladığım bir şey var samimi olarak: Şayet bu ülkede Kürt kökenli arkadaşlar temel haklarından mahrum bir etnik grup olsa idi, ben en başta onlar adına savaşırdım. Hem de fiili olarak! Ama Allah’a şükür öyle bir durum yok. Nasıl bir durum olduğunu ise, saflığıma verin ben pek anlayamıyorum.
Konu ırklara göre toprak dağılımı olsa idi, bu derdin daha büyüğünü Fransa ve ABD’nin yaşaması lazımdı. Ama görüyoruz ki o ülkeler, karıştırılan değil, karıştıran konumunda! Nasıl geçmiş tüm dünya savaşlarının hesabı -hem de yargı sonucu bile olmadan- Ermeni meselesi üzerinden Türkler’den soruluyorsa, etnisiteye göre toprak veya ülke veya federasyon/bağımsızlık taleplerinin sanki tamamı da yine Türkiye öne sürülerek gerçekleştiriliyor 26 yıldır…
Cümleler kulağımıza akıyor sanki: “Yoksa sen barıştan yana değil misin? Yoksa hala her iki taraftan insanlar ölsün mü istiyorsun?” . Kim ister ki savaşın sürmesini, insanların durmadan cenazelerde buluşmasını? Tabii ki ben de istemiyorum. İstemiyorum da, mesela “Apo’nun İmralı’dan bildirdiği gün”, o televizyonlara çıkan kimi pespaye adamların sanki Cumhuriyet rejimini nasıl dize getirdiklerini pervasızca, alçakca, küstahça, o limitli zekalarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya çabaladıkları o asalak programların ülkenin namuslu, duyarlı, vatansever kesiminde yarattığı travmayı bu toplum nasıl aşar orasını tam bilemiyorum! Barış söylemi desen, kullanılan dilin barışla ilgisi yok; zeka pırıltısı desen, hak götüre; tarihi analiz desen, gerek entelektüellik, gerek içerik açısından ortada hiç bir nesnel yaklaşım yok… Hepsinin ötesinde arzulandığı söylenen ve sözde barış talep edilen ortamda, Atatürkçü-Cumhuriyetçi kitlelerin neler hissedebileceği konusunda hiç bir empati çabası yok! O meydanları dolduran “PeKeKe” sempatizanlarının veya militanlarının, zaten böyle bir dertleri yok! Onlar için artık kendileri dönemin galibi, TSK ve Atatürkçüler ise ağır bedel ödemesi gereken mağlubu! Eh, bildiğiniz gibi tarihi de savaşı kazananların kafalarına göre yazdığını –bakınız son 3-4 yılda değişen müfredat kitapları- hatırlarsak, gidişatın pek iyi olmadığını tekrar görebiliyoruz.
Ülke emperyalistler tarafından özenle beslenmiş bir iç savaşı andıran 29 yılı yaşayıp, milyonlarca insanını bu uğurda perişan etti. Yine yukarılardan gelen baskı ve telkinlerin yönlendirdiği süreçler devreye sokulduğu zaman anındabaşarılı barış şarkıları isteniyorsa, bu düğmeye basan ülkelerin çok bilir“mastermind” larının biraz daha psikoloji okumaları lazım. “Kemalist olmayan akil adamlar” senaryosu bile bu konuda çok yetersiz kalabilir. Çünkü adı geçen kadronun Cumhuriyetçi milyonluk kitleler üzerinde pek ciddi bir etkisi olması tabii ki düşünülemez.
İşin başka tuhaf boyutları da var. “İmralı” misak-ı-milli sınırlarından söz ediyor, artık kimse ayrılık haritalarından dem vurmuyor ve “acaba hedefler mi büyüdü?” sorusu geliyor insanın aklına.
Hiç kimse bu ülkede ulusalcılara “siz ırkçısınız” iftirasını atamaz. Çünkü çoğumuz, hep “Istanbul sizin, Şırnak bizim, her yer hepimizin” diyoruz ama, birileri var ki, “Benim malım benim, senin  malın da benim” demek istiyor sanki…  Bizler “tek ırk, insan ırkı” sloganına prim verip, her türlü yapay ırk-din-mezhep bölünmesine karşı savaşırken, etnik bölücüler tam tersine ayrımları parlatıp, sivrileştirip sonra da demokrasi şampiyonluğuna soyunuyorlar! Aynen başka birilerinin “ileri demokrasi” masalı gibi! Yani “tuhaf” bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Herkes sağ gösterip sol çakıyor!
Halkımızın aklındaki sorular hergün çoğalıyor: “Benim arkamdan hangi tezgah çevriliyor?- Kürtlere hangi sözler ne karşılığında veriliyor?- Birileri medyada silahlar sustu derken, gerçekte ise  sınır ötesine çekildi diyor! Bu yeni Anayasa’da kim hangi yetkiyle ne değiştiriyor?-Kürtlere ellerinde olmayan ne hak verilecek de bizlerden  farklı bir yere oturacaklar?-Onların diğer etnisitelerden ve içimizdeki 1001 karışımlı “insan kokteylleri”nden hangi ayrıcalıkları var ki?-21. Yüzyıl’da ırk sorununu aşmak bu mudur? Bu soruları size “aştıran” birileri elbet çıkar!

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..