27 Mayıs 2011 Cuma

UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (1)

Bundan Daha Kötü Başlangıç Olabilir mi? / Bedri Baykam / Fotogol

Fenerbahçe’nin bu sene aldığı şampiyonluğun kutlama coşkusunu izleyenlerin kimi şaşırabilir, kimi abartılı bulabilir, kimi bu kervana ayrı heyecan seline kapılarak katılabilir. Ama ortada tek bir gerçek var: Bu coşku, 2006 ve 2010 travmaları hatırlanmadan anlaşılamaz. Fenerbahçe kadar candan ve ödünsüz bir sevgiye sahip seyirci kitlesi olan takım dünyada zor bulunur. İşte o büyük aşkın sahipleri geçen beş yılda iki kez “düğün masası”ndan imzalar atılmadan kalktıkları için, işin yine son maça kaldığı bu yıl aynı stres devrede olunca, imzaların son anda yerini bulmasıyla bulutlara yükselmesini hiçbir dünyevi güç engelleyemez.
Kim ne derse desin hak edilerek alınmış ak süt gibi helal bir şampiyonluk bu. Zaten kem gözlerin iddia ettiği manevraları yapan bir takım olsaydı Fenerbahçe, Denizli ve Trabzon maçlarında da galibiyete ulaşacak bir formül arar ve bulurdu! Ama Sarı Lacivertliler bunu hiçbir zaman yapmadılar. Atılan her gol hakkında, meclis önergesi verircesine “araştırılsın” diyen yönetici mantığı iflas etmiştir. Trabzon’un çok başarılı bir mücadele verdiğini kabul edip, hemen ardından soruyorum: Kendi takımınızı da tebrik etmeniz normal. İyi de bunun için illa bizim takımı lekelemeniz mi lazım? Bu nasıl bir mantıktır? Geçen yıl Fenerbahçe şampiyonluğu 1-1’lik Trabzon beraberliği ile kaçırınca, Bursa’ya çamur atıp o şampiyonluğu gölgelemeye mi çalıştı? O sevinen insanlara çamur mu attı? Yoksa içine kapanıp, kaderine razı olup ileriye mi baktı? Sevgili Trabzonlu kardeşlerimizden de aradan 48 saat geçtikten sonra artık bu olgunluğu beklemek lazım. Yoksa bunun her zamanki gibi çok büyük zararları olacak ve bu ne Trabzon’a ne de ülkemiz futbol ortamına yakışacak.
O Trabzon ki, geçen yıl iki maçta, Fenerbahçe’nin çifte kupasını engellemişti: Kupa finalinde yenerek, ligin son maçında çelme atarak... Sarı Lacivertli camia bu maçlardan sonra, Trabzon’la ne bir husumet, ne de bir kan davası başlattı. Doğrusu da buydu…
Ne demiştik en başında? Bu yılın şampiyonluğunu anlamak için önce bu travmaları analiz etmek lazım. Denizli maçında, 2006 finalinde sahaya çıkan o ürkek takım, sanki ilk defa beraber oynayan futbolcular, Beşiktaş’la uzun haftalar önce anlaşmış Nobre’nin o maçta santrafor oynatılması, Anelka ve Semih gibi isimlere 11’de yer verilmemesi, direkler, kaçan goller, 17 dakika uzatmalar... Ve böylece Fenerbahçe’nin yine gerçekleştiremediği “3 defa üst üste şampiyonluk”…
Ardından Zico Aragones’ten sonra hiç beklenilmedik şekilde başlayan 2. Daum dönemi ve Trabzon’la Kadıköy’de yaşanan felaket. Sarı Lacivertliler forveti Guiza’ya teslim etmiş, bu sefer de Gökhan Ünal ve Semih yine yedek… “Top bir türlü girmedi” deniyordu… İyi de sen bu kadar kötü seçimler yaparsan, tabii ki girmez! Sonra Burak’ın orta diye yaptığı vuruş tesadüfen gol olunca pestilin çıkar!
Daha fazlasını anlatmaya dilim varmıyor! Yanlış anons travmaları, kürtajla alınan sahte ve trajikomik timsah yürüyüşleri, yarım kalan turlar, ateşe verilen koltuklar, gözyaşları ve hüzün dolu, acı yüklü sahneler… Buna yürek dayanmazdı. Başa gelen çekilirdi ve insanoğlu her duruma alışır diye bir söz vardı…
Aykut Kocaman, sportif direktörlükten teknik direktörlüğe, işte bu travmaların açık yaraları hala kanarken getirildi.
Sarı Lacivertliler’in unutulmaz santraforu, ki iddia ediyorum, 1965’ten bu yana o çapta bir santraforumuz olmamıştır, taraftarların büyük sevgisi, Türkiye’nin en centilmen futbolcusu şimdi bu kazan gibi fokurdayan lav üreten ortamın başına getirilmişti. Daum’la yolların ayrılması kolay olmadı. Pazarlıklarda direndi Alman Hoca, işler tıkandı kaldı. Sonra o bıkıp önüne yüklü bir çuval konunca, tası tarağı topladı ve “Auf Wiedersehen” dedi.
Fenerbahçe, altı futbolcusuyla da yolları ayırdı. Volkan Babacan, Önder Turacı, Ali Bilgin, Gökçek Vederson, Deniz Barış isimlerinin sevenleri olsa da, bu kopmalar taraftarı çok üzmedi. Belki bir tek 2007’de İzmir’de şampiyonluk golünü atan, ayrıca Galatasaray’ın da belalılarından olan Deivid’in gidişi biraz burukluk yarattı, hepsi bu.
Öte yandan 6 futbolcu transfer etti Sarı Lacivertli yöneticiler. CSKA Moskova’dan alınan Caner Erkin, eski Cimbomluydu; bunun ötesinde, Chelsea’nin Twente’ye kiralık verdiği Miroslav Stoch’un peşinde de Galata Saraylılar uzun zamandır koşuyorlardı. Uzun lafın kısası, özellikle Stoch transferi ezeli rakibe bir son dakika golüydü. İlhan Eker ve Serkan Kırıntılı, Ankara takımlarından gelmişlerdi. Sonra da Fenerbahçe flaş transfer haklarını Fransa üstünden kullandı. Mamadon Niang, Marsilya kentini üzüntülere boğarak Kanarya’ya imza atarken, Issian Dia da Nancy’den gelerek forvette Afrika hızını perçinleyen isim oldu. Everton’dan kiralanan Yabo ile birlikte Fenerbahçe, içinde artık Brezilyalılar dışında Siyah Kıta’yı da temsil eden yeni bir çehre kazanmıştı.
Yeni Fenerbahçe yeni hocasıyla Almanya kampında şekillenmeye başladı. Zaten aynen Türk Milli Takımı gibi hazırlık maçlarını sevmeyen Fenerbahçeliler A2 Alkmaar’a 2-0, Köln’e 5-2 yenildiler. Genk’e karşı alınan 3-0’luk galibiyet dekoratif kalsa da, 21 Temmuz’da Muenchengladbach’ta Galatasaray’a karşı Santos’un golüyle gelen zafer, yılın ilk gerçek sevinciydi. Ardından Sarı Lacivertliler, Sivas’ta, Batman’da ve Antalya’da Samsunspor’la maçlar yaparak, biraz da Anadolu’nun gönlünü fethetmek istediler. Ardından işler ciddileşti, sıra, Avrupa maçlarına gelmişti.
Trabzon maçı travmasıyla kaçan şampiyonluk, hepsinden kötüsü, Şampiyonlar Ligi’nin biletini direkt iptal etmişti. Şimdi İsviçre’nin Young Boys takımıyla yapılacak ön eleme maçı, bu dikenli cennet yolunun ilk adımıydı.
Sarı Lacivertliler’in o günkü kadrosunda Bekir, Bilica, Önder, Kazım, Gökhan Ünal gibi farklı isimler vardı. Emre ve Stoch’un golleriyle deplasmanda iki kere öne geçen Kanarya , son dakikalarda hakemin verdiği cömert penaltı ile 2-2 berabere kaldı. Bu maçın en kalıcı hasarlarından biri ise, aynı hakemin verdiği tamamen abartılı iki sarı kartla oyun dışı kalan Kazım’ın durumuydu. Bu haksız şekilde atılma, beş aylığına Kazım’ı aforoz edilme noktasına taşıyacaktı. Sebep ise belliydi: Elbet kaçan galibiyet birilerine fatura edilmeliydi!
Maçın İstanbul’daki rövanşında ilk yarıda Benvenue’nün dar açıdan attığı şok golle 1-0 geriye düşen Fenerbahçe’de Aykut Kocaman 2. yarıda ilginç bir şekilde Alex’i sahadan çıkarıyordu. Alex-Semih ikilisinin yer almadığı takımı son sekiz dakikalık oyunuyla “nöbetçi golcü” de kurtaramayınca tur hüsrana dönüşmüştü.
Ama bu sefer “Avrupa Ligi” umudu vardı. Ne de olsa, bu lige kalmak da, Sarı Lacivertli seyircilere ciddi bir teselli getirebilirdi.
Yunanistan’daki ilk maçta, PAOK seyircileri akıl almaz taşkınlıklar yapmış ve Sarı Lacivertli camia buna büyük tepki göstermişti. O maçı güzel bir vole golüyle 1-0 alan PAOK, İstanbul’da Emre’nin mükemmel golüyle maçı 1-0 kaybedince, iş uzatmalara gitti. Sonra da acı son geldi… 102 dakikada Müslimov beraberlik golünü atınca, işin rengi belli oldu. Fenerbahçe, bir aydan kısa bir zamanda, Avrupa Kupalarından iki kere elenmeyi başararak(!) taraftarlarını son anda kaçan şampiyonluğun ötesinde, yine kahrediyordu.
Lig maçları da start almış ve kötü sinyaller gelmeye başlamıştı. Büyük bir mücadeleden sonra 3-2 kaybedilen Trabzonspor maçı gibi...
Her şey birbirine eklenerek tabloyu karartıyordu. Aykut Kocaman’ın yine Trabzon’a karşı Alex’i yedek soyundurması ve maçın kaybedilmesi, sıkıntılı günlerin habercisiydi. Fenerbahçe kazanı su kaynatmaya başlamıştı…

Devamı Yarın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder