19 Mart 2013 Salı

M. PERİNÇEK’TEN: “RUS ARŞİVLERİNDE ERMENİ MESELESİ” / Bedri Baykam / 19 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



          Çeşitli vesilelerle sürekli olarak ısıtılıp gündeme oturtulan Ermeni iddiaları  artık demokrasi kavramı için kanayan bir yara. 1915’te yaşanmış üzücü ve korkunç olayları fırsat bilip sürekli sündürerek bunu Türkiye’ye karşı kullanmak, demokrasiyi hiçe sayarak, hiç bir zaman görülmemiş bir davayı, sanki ortada tartışacak şüphe götürür hiç bir şey yokmuş gibi ele almak, kimileri için standard bir tavır!
           Bir Fransa düşünün ki, hukukun alfabesine girmeden konuyu Parlamento düzeyinde geri dönülmez saçma sapan yasalara bağlamaya çalışıyor veya bir sözde gazeteci entel-dantel takım düşünün ki, kendi ülkesinde “Ermeni soykırımı olmadı” diyenleri veya en azından bu tanımlamayı kabul etmeyenleri hemen “aşırı milliyetçi-faşist grup” diye yabancı gazetelere jurnallemeyi alçakça bir refleks haline getirmiş. Böyle bir ülkede, tarihi gerçekleri araştırmak tabii ki zor ve polemiğe açık bir alan. Halbuki Türk ve Ermeni toplumlarının en büyük ihtiyaçları, uygarca her iddianın tartışılması, gerçek anlamda objektif bir adalet arayışının eşitlikçi bir raya oturtulması. Yeni kuşaklar ancak böyle tarihin yükünden kurtulabilecekler.
           Hapishanede yaşamak doğal olarak en korkunç insani dramlardan biri. Silivri’de demokrasi, hukuk ve özgürlük mücadelesi veren aydınlarımız, inanılmaz bir direnç ve çalışkanlık sergileyerek tarihe şamar gibi oturan kitaplar çıkarıyorlar, makaleler yayınlıyorlar.
          İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in, kendisi kadar dirençli ve onurlu oğlu Mehmet Perinçek, en çalışkan genç aydınlarımızdan. İki yıldır Silivri’de babasıyla aynı kaderi yaşayan Mehmet, on yıl boyunca Sovyet arşivlerinde yorulmadan araştırma yaparak, ortaya soykırım iddialarından geçinen malum takımı çok üzecek bir yayın çıkarmış. “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi” kitabı, konuyu pervasızca yalnız basit bir “Türk resmî tarih okuması” veya “milliyetçilik hezeyanı” olarak damgalamaya kalkanlar, karşılarında biraz zor yıkılır Rus belgeleri bulacaklar. Tabii gerçekle yüzleşmeye cesaret edebilenler aralarında varsa! Çünkü bu kesimde tek trend, tartışmadan kaçınarak, yalnız kendilerini hümanist “öz-demokrat” görüp, farklı şeyler söyleyen herkesi kanıtlarını dinlemeden aşağılamak!
           Perinçek’in kitabı, bilin ki, Rusya ve İran’da da yayınlanmış ve yarattığı tartışma dalgaları şimdiden Azerbeycan ve Ermenistan’ı da vurmuş. Kitabın önsözünü yazan rahmetli emekli Büyükelçimiz Gündüz Aktan bakın neleri kaleme almış: “M. Perinçek’in bulduğu belgelere göz attığımda ‘bu iş galiba bitiyor’ diye mırıldandım. Evet Rus arşivleri, dönemin diğer Rus ve Ermeni kaynaklarıyla birlikte, Ermeni soykırımı iddiaları hakkında hükmünü veriyor. İddialar geçersizdir. Kesin hüküm diyorum. Çünkü hükmü temyiz edeceği farzedilenlerin bizzat kendileri, o kesin hükme son noktayı koyuyorlar.Başta bağımsız Ermenistan’ın 1918-19 yıllarındaki ilk Başbakanı Hovannes Kaçaznuni olmak üzere, dönemin Ermeni siyasetçileri, komutanları, tarihçileri, 1920’den 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yazdıkları resmi rapor ve yazışmalarda hep aynı görüşü savunmuşlardır” diyerek bir özet döküm yapıyor. Size burada tüm bu dökümü vermeye kalkışacak değilim. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, mesela benim gibi konuyu dışarıdan araştıran  tarih ve mantık bilgileri ışığında değerlendiren insanların her inandığı tezi doğrulayan bir dizi somut veri ve özenle seçilmiş kanıtlarla buluşuyorsunuz.
          Birbirinden değerli 150 belge. Mesela Kirmanşah Konsolosluğu idarecisinin gizli telgrafı: “Ermeniler Türkler’e karşı birlik oluşturmak niyetinde”(30-12-1914). Ya da Kars Kalesi Komutanı’nın Kafkas Orduları Karargah Komutanı’na mektubu:  “Halkla Ermeni birlikler arasında cinayet ve yağma temelinde anlaşmazlıklar yaşanıyor”
          Bu örnekleri burada çoğaltmak çok anlamlı değil. Bence bu topraklarda yaşayan her aydın, her diplomat, her siyasetçi bu kitabı okumalı.Yoksa malum iddialarla sinsice Türkiye’yi suçlayarak yaşayan bir uluslararası “örgüt” e karşı her an kullanabilecekleri bu somut yanıtlar dizisinden mahrum kalırlar ve psikolojik savaşta gereksiz bir ivme kaybederler. Tekrar teşekkürler Mehmet Perinçek. Senin gibi gerçek aydınlar sayesinde Türkler ve Ermeniler arasında arzuladığımız barış oluşabilecek. Ahlaksızca ve anti-demokratikçe tek yanlı olarak kendi ülkesine saldıranlarla değil, medenice herşeyi öğrenip, korkmadan tartışan her iki toplumun önyargısız gençleriyle... 


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

13 Mart 2013 Çarşamba

Bedri Baykam's conceptual show at the Proposition Gallery in New York, April 3rd, 2013




Bedri Baykam
"Duchamp Would Have Been Damn Jealous"
April 3 – May 12, 2013
Just in time for the 100th anniversary of The Armory Show in NYC and as surprising as Duchamp’s Urinal, The Proposition is pleased to present a conceptual show by Bedri Baykam which stands out for its striking simplicity while re-questioning thepresentation of art.



Baykam is a multi-faceted international artist who has also shown several times in New York.  Being one of the pioneers of new expressionism in the early eighties, he has developed his art in several directions which have included: videos, “live” installations which he chooses to label “Livart”, his happenings and performances, his world-wide shown “4-Ds” which are an enigmatic synthesis of several years of painterly and digital works on the lenticular surface, and his richly textured canvases which are never shy of getting in association (collaboration) with collage or graffiti, are part of his artillery. Together they create the image of a versatile and prolific artist also heavily involved in politics, especially in his country where democracy and secularism are under serious threat.
The artist enjoys giving double meanings to sentences, uses words that are interpretable in various ways and all these in “his own” three languages, Turkish, French and English. 
Baykam has also fabricated various “political machines” with odd names such as 
“the Book Burner”, “the Torture Object”, “the Idea Machine” 
etc.
Baykam is deeply involved with commenting on and reinterpreting art history. His pieces often refer to old masters such as David, Géricault, Delacroix, Ingres or masters of Modernism such as Picasso, Manet, Dali, Magritte, etc.  His graffiti which invaded Soho in the 80’s with its readable slogans have culminated in his motto “This Has Been Done Before” (1987) which is a sort of hat on top of post-modernism.
NY critic Robert Morgan and Turkish critic Hasan Bülent Kahraman are the authors of the comprehensive catalog of the exhibition. An “on-site” last minute press release will reveal the project and give more information.
Opening Reception: Wednesday, April 3th; 6 – 8pm
The Proposition 
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery) New York, NY 10003 
Tel.: +1 212 242 0035 
Gallery Hours: Wednesday – Sunday, 12 – 6pm 
For additional information please contact Ronald Sosinski, Director

BEDRİ BAYKAM NEW YORK’TA…




BEDRİ BAYKAM NEW YORK’TA…
Sanatçının şaşırtıcı kavramsal çıkışı
“DUCHAMP WOULD HAVE BEEN DAMN JEALOUS” (Duchamp Kıskançlıktan Çatlardı)
3 Nisan - 12 Mayıs 2013 tarihleri arasında
New York The Proposition Gallery’de…



Kavramsal Sanat’ın öncüsü Marcel Duchamp’ın ünlü “Pisuar”ının ve New York’ta 1913’teki açılışıyla birlikte Modern Sanat’ın temel kavramlarını değiştirip genişleten Armory Show’un tam da 100. yılında Bedri Baykam, yine New York’ta açacağı olağandışı kavramsal sergiyle sanatın sunumunu provokatif bir bakış açısıyla yeniden sorguluyor.
80’lerin başından beri Yeni Dışavurumculuk Akımı ile özdeşleşen Baykam, sanatında tualin dışına defalarca ve farklı malzemeler kullanarak çıkmış bir sanatçı. Çokkatmanlı ve 3 boyutlu malzemelerle derinlik kazanan tualler, videolar, enstalasyonlar, “Livart” adını verdiği mekanı yönetme kavramıyla gelişen canlı enstalasyonlar, happening ve performanslar, son yıllarda dünyanın büyük sanat merkezlerinde galeri ve müzelerde defalarca sergilediği, boyasal ve dijital ortamda en üst sınırları zorladığı saydam katmanların adeta büyülü bir şekilde merceksel ortamda buluştuğu “4-D” çalışmalar, Türkiye’de demokrasi ve laiklik sorunlarına eğilen politik-yerleştirme çalışmaları ve graffitiler sanatçının tual dışı işlerine bazı örnekler olarak sayılabilir.
Sanat tarihine derin ve farklı açılardan yaklaşan, David, Géricault, Delacroix, Ingres gibi eski ustalardan, Picasso, Manet, Dali, Magritte gibi Modern Sanat’ın öncü isimlerine kadar birçok sanatçının çalışmalarını kendi sanat diliyle yeniden yorumlayan Baykam, 80’li yıllarda graffiti ile New York sokaklarını donatırken özellikle post-modern döneme bir nevi şapka oluşturan “This Has Been Done Before” tümcesi ile de tanındı.
Sanatçının New York, The Proposition Gallery’de açılacak sergisi ise, geçmişindeki tüm bu tualin dışında ve ötesindeki kavramsal işlerinin doruk noktasını oluşturuyor. Serginin kataloğu için yazılan metinler, Sanat Tarihçi Hasan Bülent Kahraman ve New York’lu eleştirmen Robert C. Morgan’ın imzalarını taşıyor.
Serginin açılışıyla birlikte sanat dünyası, Duchamp’dan bu yana nesiller boyu farklı açılardan yorumlanan Kavramsal Sanat’a dair çok farklı ve sınırları sonsuza dek genişleten bir dille tanışıyor olacak.
125. kişisel sergisini açan Baykam’ın New York’ta açtığı 8. kişisel sergi olacak (Baykam’ın Paris, Galerie Lavignes-Bastille’de süren sergisi 24 Mart 2013 tarihine kadar izlenebilir).




Bedri Baykam
"Duchamp Would Have Been Damn Jealous"
3 Nisan - 12 Mayıs, 2013
Açılış kokteyli: 3 Nisan Çarşamba, saat 18:00-20:00
The Proposition Gallery
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery)
New York, NY 10003
Tel.: +1 212 242 0035
Daha fazla bilgi için: Öykü Eras +90 (541) 775 81 35

11 Mart 2013 Pazartesi

SİLİVRİ’DE İNSANLIĞIN UTANCI VE ONURU ... / Bedri Baykam / 12 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



             Yine sabahın köründe kalkıp, iki saat uykuyla 06.00 da yollara düştük. Yine sanki harp sürecinde olan bir olağanüstü hal kontrol noktalarından geçtik. TEM’den gelişin akıl almaz yöntemlerle akışı engellendiği için Silivri’nin merkezinden, tilkice seçilmiş “iç” yollarından gelebildik ancak. Ergenekon davası bu sefer KCK davası yüzünden yukarıdaki küçük salona alınmıştı. Gerçi artık hazır olduğu söylenen yeni büyük salon da kullanılabilirdi ama bu tercih edilmedi. Sabah serinliğinde dostlarla sohbet edip zaman doldururken bir koşuşturma oldu. Bizimkilerin otobüsü gelmişti. Sanki bir 2. Dünya Harbi filmi seyredercesine gözlerim doldu, içim sıkıştı. Ufak pencere aralıklarından el sallayıp gülümsüyorlardı Balbaylar, Tuncaylar... Sonra kapılar açıldı. Sardalya kutusuna sığmaya çalışır gibi jandarmaların şüpheli bakışları arasında içeri dalabilenler daldı. Tuncay Özkan’ın nişanlısı Duygu bile son anda zor girebildi. 54 tutuklu yakını, belki 60-70 gazeteci, 3-4 CHP Milletvekili... Tabii aralarında koltuk değnekleri ile zor hareket eden dostumuz Mahmut Tanal. Nihayet sıra tutukluların içeri alınmasına geldi. Tutuksuz yargılanan Mehmet Ali Çelebi’yi gören İbrahim Özcan espriyi patlatmaktan geri kalmadı. “İşte bizim Genel Kurmay Başkanımız da geldi!”  Her biriyle 9-10 metrelik mesafeye girip göz göze gelen herkes kucak dolusu sevgi ve öpücük yolluyor. Kime mi? Balbay’a, Özkan’a, Hurşit Tolon’a, Mehmet Haberal’a, Sevgi Erenerol’a, Turan Özlü’ye, Muzaffer Tekin’e, Erkan Önsel’e, Hasan Ataman Yıldırım’a, Hikmet Çiçek’e, Mehmet Perinçek’e, yani ezcümle hepsine! O kadar özlenmişler ki! Mesela Tuncay, kim olduğunu göremediğim bir hayranına şöyle sesleniyor o kalabalıkta: “Beni yüreğinde bir yere koy, ben senin bir şeyin olayım”
             Bunlar olayın anekdotik kısımları. Yani orada gümbürtüye götürülmek istenen “insan faktörü” ile ilgili olanlar. Hani Silivri’de insanlık ölmüşdiyoruz ya? Aslında bir başka açıdan orada yaşanan aşklara, dostluklara, dayanışmaya bakarsanız insan direncinin, insan onurunun bir koca kalesi Silivri. Tüm insafsızlık ve hukuksuzluğun ortasında, “insan” dimdik inadına ayakta. Birbirine destek olmak için, canı pahasına Cumhuriyet ve Demokrasi’yi korumak için...
            Sevgili dost Av. Ceyhan Mumcu’yu görüyorum öğleden sonra seansına girerken. “Böyle bir dava örneği dünyada var mı?” diye sordu bana. “Tabii ki yok, Uganda’da bile yok” dedim, şu zavallı Afrika ülkelerinden her ne istiyorsak! Şöyle devam etti Mumcu: “Yıllar sonra bu olaya baktığınızda herkes Türk Hakimleri’nin, adaletinin, Siyasetçileri’nin, Savcıları’nın sınıfta kaldığını söyleyecek. Bir tek Türk Avukatları orada sınıfı geçmiş olacak.” Mumcu’ya kim gidip çok yanıldığını söyleyebilir ki?
             Durumun hukuki özetine gelince... Nasıl olsa bugün Cumhuriyet’te detaylı akışı yine bulacaksınız. Ama ben size yaşanan diyaloglardan bazı parçalar aktarmalıyım yine de: Zeynep Küçük:
“Hakim Bey, madem kanunu o kadar iyi biliyorsunuz, size hatırlatmam lazım ki, önce sanığa ve müdafii avukatına söz vermeniz lazım. Yani ‘veya’ değil, ‘ve’ diyor kanun”, “Hayır bunlar konu ile ilgili değil şimdi”. Av. Ali Rıza Dizdar: “Bizler tarafından henüz okunmamış belgeler, dinlenmemiş onca tanığımız var”, “Şimdi bunların sırası değil”. Sanık ve Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu:“Hakim Bey, size göre maddi gerçek vuzuha erdiğine göre, 18 Şubat’ta siz kararınızı vermişsiniz. Yani siz artık tarafsız olmadığınıza göre, ya davadan çekilmeniz lazım, ya da reddi-hakim talebimizi kabul etmeniz lazım” “Hayır lütfen Mahkemenin itibarını düşünmeden konuşmayın, biz burada hukuka göre yargılama yapıyoruz”, “Bizim gözümüzde tarafsızlığınızı yitirmiş olmanız da AİHM nezdinde ciddi bir sorundur”
  Balbay: “Ben CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay. Tanıkların dinlenmesi ve deliller üstüne konuşmak istiyorum. Burada Hukuk ve Millet iradesi ayaklar altında” (Mikrofonu kesiliyor). Cumhuriyet Savcısı Pekgüzel’in mütalaası (özet): “Burada sanıklar soyut kişisel değerlendirmelerle davayı uzatmak için reddi hakim talebinde bulunuyorlar,  gerek yok”
            SONUÇ: Yeni şahitlerin dinlenmesi reddedildi, reddi hakim talebi reddedildi, Av. Celal Ülgen ve daha sonra Av. Ece Unutmaz  için salondan çıkarılma kararı alındı. Ülgen’in yaşadığı tansiyon sorununun ardından yaşanan arbedede Av. Hüseyin Ersöz bir Binbaşı tarafından darp edildi.Uzun lafın kısası güzide bir “ileri demokrasi” günü daha başarıyla yaşama geçirildi!


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

4 Mart 2013 Pazartesi

BÖBREK SATANLAR HAKLARINI ARAYAN ROBOTLARA KARŞI! / Bedri Baykam / 5 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Bu yazıda sakın zannetmeyin ki her iki ülkenin gündem farkları veya benzerlikleri üstüne uzun analizler yapacağım. Zaten bizim üçkenin gündeminin hızı, saatte 54.000 kilometre ile Rusya’da yere çakılan meteoru bile solda bırakabildiği için, her iki ülke arasında kıyaslama yapıp haksız rekabetten bir dizi eleştiri toplamaya gerek yok. Hiç aşırı güncel olmaya çalışmadan önce hızla içinden bildiğiniz Türkiye gündeminden bazı hatırlatmalar yapalım: 28 Şubat 1997’de MGK’da alınan ve Başbakan, bakanlar ve Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmiş, imzalanmış kararlar hakkında “Darbe yapıldı” (!) şablonuyla acele bir dava yürütülüp, “bağımsız yargı”mız sayesinde hergün komutanlar tutuklanıyor, yeni cadı avlarına girişiliyor. Komik  başka insanlar da, şaşkın bakışlarla seyretmekle yetiniyorlar bu durumu. Bir gazetecinin ortaya attığı “post-modern darbe” şeklindeki eksantrik uydurma yorum, aradan 16 yıl geçtikten sonra birden post-modern takısını kaybedip yargı önünde asli bir duruma terfi ediyor ve hükümetimizin üyeleri de hemen bu analize -tesadüfe bakın ki- aynen katılıyorlar! MEB, Edip Cansever’in şiirine getirdiği bira sansürünü, TAPDK Yasası’na dayandırarak bu çılgın girişimi aklıyor ve bu eylemi“tüketici bilinci oluşturmaya yönelik çalışmalar” kapsamına alıveriyor. Hükümetin AİHM’in Türkiye aleyhindeki ihlal kararları doğrultusunda hazırladığı ihlal paketine kadın soyadı özgürlüğü sağlayacak düzenlemeyi getirmemesi tepki topluyor. Geçim sıkıntısının had safhaya ulaştığı ülkemizde açlık böbrek sattırırken, bu bahtsız kişilerin sayısı artık organ bağışcılarını geçiyor.THY’nin hosteslere yönelik komik kıyafetleri ile ilgili haber, dünya medyasının turunu atma şerefine nail olarak, birçok uçuş hattındaki alkol yasağı haberiyle bütünleşiyor. “İmralı”ile “diplomatik veya sistematik” görüşmelere kimlerin hangi sıfatlarla katılacağı enine boyuna tartışılıyor. Bu örnekleri çoğaltmaya gerek yok, hepsini ezbere biliyorsunuz.
             Fransa’da organ nakilleri konusu açıldığında, onların uzman profesörleri, bizde görüldüğü gibi mesela Normandiya’da 5 yıldır tutuklu olmadıkları için, gerekli ameliyatlar yapılabiliyor ve organ sayısını arttırmak amacıyla da “kontrollü” kalp durmalarında kullanılabilir organ sayısını hızla arttırabilmek için yeni çalışmalar yapıyorlar. Böbrek satışı pazarı pek yok! Amerika’da doktorların körlere görme imkanı getirebilecek yapay retina uğraşını başarıyla uygulamaya koymaları, Fransa’da da heyecan yaratıyor. Göze yerleştirilen elektrotlarla hastaya takılan gözlük ve kamera birleşip mucizeyi gerçekleştiriyor. Bu sistemin adı “Argus  II”.  Bu arada Türkiye’de haklarını arayan, grev yapan onurlu işçilerimiz, polis şiddeti altında her meydanda cop, tazyikli su, biberli gazla boğuşurken, Amerika’da yaşanan bir olay, işçi hakları yuvası Fransa’da ilgi çeken bir gündem maddesi haline geliyor: MIT Üniversitesi’nden Kate Darling, sosyal robotlar için bir hukuki koruma çıkartmayı öneriyor. Darling bunun aynen “hayvanları koruma yasası” gibi önemli bir çıkış olacağını vurguluyor ve bu arada önemli hedeflerden birinin de insana verilecek zararların da bu kötü örnekler yok edilerek ortadan kaldırılabileceğine güveniyor. Bu arada Grenoble Üniversitesi’nden iki ekip, yıllar önce Kemik isimli romanımın bence 11 Eylül’den bile daha önemli öngörüsü olan “Bilgisayar çipi ve beyin hücresini birleştirme” çabasına doğru önemli bir adım atıyorlar: Canlı hücrelerin bazı parçaları, minyatür elektrik iletkenleri yerine kullanılabiliyor. 10 Şubat’ta NatureMaterials dergisinde yayınlanan metin, cansız “silicium” maddesi ile, canlı hücre evliliğine açılan yolu anlatıyor! Ve ne iştir ki, hala Fransa’da birileri bunu  üzerine rahiplere koşup “sizce dinimiz açısından sakınca var mıdır?” diye sormayı akıl edemiyorlar!
              Tabii Fransa gündeminde daha normal ya da alaturkatanımlamasına uygun tartışmalar da var. Fransız entellektüellerinin elinde patlayan “Arap Baharı”nın yalan rüzgarı ile yüzleşmek, hesaplaşmak, Mısır ve Tunus’ta şeriatçıların beklenmedik çıkışları veya aldıkları varsayılan başarıların yanı sıra Tunuslu muhalif  lider Chokri Belaid’in katlinin getirdiği şaşkınlık, homoseksüel evlilik aleyhine toplanan 700.000 imzanın Ekonomik, Sosyal ve Çevresel  Konsey’e sunulması, Hollande Hükümeti’nin giderek artan şikayetlere karşı ekonomi alanında çaresiz kalması ve homurdanmaların yüksek sesle duyulmaya başlanması...  Ben, papatya toplar gibi örnekler hatırlatıp, ilginç buketin yorumunu  size bıraktım!


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..