31 Ocak 2012 Salı

İFTİRA VE YALAN-DOLANLA POLEMİK SANATI! / Bedri Baykam / 31 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Geçen haftaki “Rakel Dink ve Ailesine” açık mektubum, büyük ilgi ve destek gördü. Toplumda zaten bu yönde bir hassasiyet oluşmaması mümkün değildi. Tabii doğal olarak bazı kesimler de pirelendi, rahatsız oldu.
Adamlar site kurmuş, adı büyük: “marksist.org”. Oradan zehir akıtıyorlar: “Ulusalcı sosyalistlerle Bedri Baykam arasında fark var mı?”. Yazdıklarına bakıyorum, en başta Marx adına utanıyorum. Kardeşim, ideolojik olarak Marksist olursun, sosyalist olursun, liberal olursun, ne istersen olursun… Ama önce adam ol! Bu yazı “imzasız” çıkıyor. Bu yazıyı kaleme alan ahlaksız ve gazetecilikten nasibini almamış isimsiz zavallı, satırlarına sayısız yalanı sığdırarak aklı sıra bana çamur atıyor. Bir Marksist ya da sosyalist, her şeyden önce fikrini beğen beğenme, dürüst olur. Yalan ve sefil iddialar üzerine tez kurmaz. Utanmadan “Pamuk yargılanırken Bedri Baykam’ın başını çektiği ulusalcılar, linç kampanyası kapsamında protesto gösterisi düzenliyorlardı” diye başlıyor isimsiz alçak ve ardından iftiralarına yenilerini ekliyor. Bu utanmazlara son defa hatırlatayım: 20 Eylül 2005 tarihinde Cumhuriyet’te “Pamuk davası: Dikkat uçurum geliyor” ikazını aylar önceden yapıp bu saçma davanın kaldırılması için gerekirse Cumhurbaşkanı'nın devreye girmesini istemiş tek kişi benim. Diğer “büyük demokratlar” herhalde o günü iple çekip, Pamuk’u nasıl demokrasi mağduru haline dönüştüreceklerinin keyfiyle yabancıları o güne davet etmekle meşguldüler! İstedikleri oldu. Yargı ve ülke tuzağa düştü, o absurd dava açılabildi… O gün oraya yakın yurtsever arkadaşlarımla bu davanın açılmasını protestoya ve Pamuk’un bu dava sayesinde demokrasi kahramanı statüsüne haksız yere çıkarılmasına itiraz etmek için gittik. Evet tabii ki yabancı gözlemcilere de pankart tuttuk: “Neden Van’ a Yücel Aşkın davasına destek olmaya gitmediklerini” sorduk. “Pamuk’a yanıtını verecek olan yargı değil, bizleriz” dedik. O gün orada 1000 gazeteci ve kamera vardı. O asılsız yalanlarını, şiddet, (küfür, yumurta) ve bunu uygulayanlarla yan yana bulunmam dahil tekini ispatlasınlar, yazarlığı ve ressamlığı bırakırım. Ama bunu hiçbir şekilde yapamayacakları için, bu yalanları ağzına dolayanlar, ya özür dileyecek, ya da zavallı bir insan müsveddesi olarak ortalarda dolaşmaya devam edecek. Sanki kendi faşist beyinlerinde, herkes aynı görüşte olmaya mecbur zannedenlere ise şunu söylüyorum: Pamuk’a dava açılmasına karşı çıkmış olmam, beni onun ve onun düşüncelerini savunanların bir partneri yapmıyor. Yani onların fikirlerine hiç inanmıyorum. Ama dar beyinlerinde bu ikisi arasındaki farkı anlamalarını da artık beklemiyorum.
Adamı pek tanımazsınız. Adı Ron Margulies. Taraf gazetesinde çapını ele veriyor. “Yazı”sının adı “Bedri Baykam’ın zekası”. Ne yazık ki Bay Margulies önce seviyesini açığa çıkararak, yani ideolojik tartışma veya veri hatırlatması ile sütununa başlayacağına, aklı sıra ressamlığıma veya sosyal kimliğime sataşarak işe girişiyor. Bunun, mesela benim, onun kadar kadar sığ olsam, kendisinin etnik kimliğiyle alay ederek sözlerime başlamam kadar zavallı, hatta acıklı duracağını düşünemiyor bile! Bunun ötesinde Bay Margulies’in fikirleri, pek bir orijinallik taşımıyor. Ordu, Cumhuriyet, laiklik, Atatürk ve ulusalcılık düşmanlığı üzerine kurulu, artık bayatlamaktan kokuşmuş debelenmeler. Yazısının çeşitli bölümlerinde kendi çapında cerahat akıtma çabalarını sergiliyor. Mesela “Susurluk” isimleriyle “Ergenekon” adı altında kovaya doldurulan Atatürkçü yazarlarımızı iyice beraber çalkaladıktan sonra (!), bunların yanına acı jalapeno biber olarak bir de “Yeşil” eklemekten çekinmiyor. Bir de ayrıca yazıdaki örneklerimin arasına neden “tüm” tutuklu listesini eklemediğimi soruyor!! Bu arada bir düşünse kafası tam karışacak: “Ya, Ordu demokrasiye engel diyorduk, Ordu yok oldu gitti, ama biz de demokraside beş göbek geri gittik, bu nasıl oldu?” sorusunu Allahtan düşünemiyor! Yani zekadan söz ediyor ya, onun zeka yaşının hesabını size bırakıyorum. Benim zekamı sorgulayan süper beynimizin tek entellektüel performansı, Ergenekon davasından artık kanıksadığımız taktikle, ilgili ilgisiz, birbirinden binlerce ışık yılıyla ayrılmış kişileri aynı çorbaya malzeme yapmak. Hasbelkader bu tencereye ekleyemediği tek grup belki Ermeni ASALA katilleri. Yani biraz daha kendini geliştirirse, bu topluluğa onları veya 60’ların ünlü gangsteri İrfan Vural’ın çetesini bile iliştirebilir!
Dünyada kavram kargaşasının, riyakarlığın, siyasal iftiranın, demokrasi tuzakları ve nankörlüğünün, medya yüzsüzlüğünün bu kadar belirgin ve hükümran olduğu bir ikinci ülke yok…

29 Ocak 2012 Pazar

FENER, KOLAYDAN ZORA! Bedri Baykam


Galatasaray'in aldigi surpriz maglubiyetle moral depolayan Fenerbahce, yagan kara ragmen futbola cok musait bir hava ve zeminde, 40.000 e yakin mutlu taraftarinin onunde maca hizli ve keyifli basladi. Eksiklere ragmen sahaya iyi yayilan takim golu de erkenden bulunca, mac strese girmeden kolayladi. Sow un transferinden etkilenen Bienvenu, belli ki bir kumas kanitlama yarisina girmisti. Ozer in kendini Zidane sanmaya devam ediyor olmasi, Alex, Baroni, Stoch, Caner pas trafigini aksatmaya devam etti. Alex Mersin kalesini seri sutlariyla doverken oldukca kismetsizdi. Stoch ise doksani bu sefer sol fuzesiyle sarsarken, su sinyali veriyordu: "Ben birgun bu takimi birakirsam, bu ancak Barcelona icin olur"
2. yariya sasirtici bir sekilde daha iyi baslayan Mersin di. Gol 10 dakika boyunca geliyorum dedikten sonra sagdan gelen ortada Nduka kafayla golu buldu ve stadin tadini kacirdi. Sari lacivertlilerin beceriksizliklerinin ardindan 67 de Volkan nefis bir kurtarisla felaketi engelledi. Semih in neden Ozer in degil de gunun hareketli ismi Bienvenu nun yerine girdigi pek anlasilamadi. Ardindan Ozer sakatlandi ve maalesef yuhalanarak maci terketti. Fenerbahce macin son kisminda oyunun kontrolunu biraz kaybetti ve artik maci kapama telasina dustu. İlk yaridaki etkin takim yok oldu ve Mersin ust uste sari lacivertlilerin  ceza sahasinda dolasirken stres tavan yapti. Fenerbahcenin her seye ragmen iyileri Alex, Bienvenu,  Stoch, Yobo ve Canerdi. Sari lacivertliler farka gideriz derken 3 puani yine zar zor alirken, bu ligde kolay mac olmadigi tekrar ortaya cikti. 1000. galibiyet de boyle geldi...

25 Ocak 2012 Çarşamba

BEKLEDİĞİM SONUÇ / Bedri Baykam


Maçtan önce Fenerbahçe’den başarı beklemiyordum. Olimpiyat stadı zaten sarı-lacivertlilerin yıldızının hiçbir zaman barışmadığı bir sahaydı. Hava soğuktu ve hafta içi maçlar zaten hep takımın aleyhine sonuçlarla bitiyordu. İBB başarıya susamış,  Avcı ayrıldıktan sonra aldığı kötü sonuçları telafi etme peşindeydi. Fenerbahçe aleyhine her hafta oluşturulan gündemin futbolcuların moralini git gide bozmaması mümkün değildi. (Bu nedenle alamayacağımızı maçtan önce yazdım twitter’e!) Daha da sayabilirim, durmam daha iyi olur, bu kadar gerçek bahane yeter. 
Yeter dedik ama yetmedi. 3. Dakikada Holmen in göğsüne çarpan topla maça yenik başladı Fener. Volkan göğe bakıp “insaf” dedi. O andan sonra da Fenerbahçe top kontrolünü elinde tutuyor göründüğü anlarda bile, bir türlü rakip sahaya yerleşemedi, tehlike yaratamadı. Santrforsuz kadro içinden “Sow-Sow” diye inlerken, Alex ve Stoch da belki bu nedenle yerlerini yadırgayan havalarından kurtulamadılar, etkili olamadılar. Tesadüfen  girilen bazı pozisyonlar dışında alınacak not bile yoktu maçta. Halbuki İBB, Doka, Visca ve Webo ile sürekli ciddi pozisyonlar buldu. Devrenin son dakikasında Stoch’un ortasında Alex kafayı vuramadı. Çünkü bu bir “santrforluk” ortaydı, Alexlik değil…
Maçın 2.yarısına F.Bahçe Orhan Şam ve Bienvenu’yle başladı ve bu dakikalarda ilk defa hareketli göründü. 53. Dakikada faul atışında Emre yi topla buluşturan Alex, golde pay sahibiydi yine. 1-1 den sonra Fener hareketlenir diyenlere pek katılamadım.  Bienvenu belki 55. Ddkikada soluyla o golü atabilse, maç dönerdi. Ama tabii ki o mucize olmadı. Onun yerine her kontratakta hızla inip Fenerbahçe defansını iki pasta aşan bir İBB vardı.Üst üste gelen pozisyonlar yalnız iki gol getirdiyse, bunun nedeni yediği üç gole rağmen bir çok gölü de kurtaran Volkan’dan başkası  değildi. Alex’in 89. Dakikadaki golü, teselli armağanı olarak kaldı. Son beş dakikanın ancak son on beş saniyesinde karşı kaleye koşabildi Fenerbahçe. Onda da Volkan’ın bile hevesi kursağında kaldı çünkü hakem son saniye şutunu bile çok gördü sarı-lacivertlilere…
Kızdım mı takıma kötüydüler diye? Tabii ki hayır! Bağrımıza bastık, Pazar Saraçoğlu’nda alkışlayana kadar. Bu yıl futbol, futbol değil; aşk, ihanet ve entrika…

23 Ocak 2012 Pazartesi

SN RAKEL DİNK VE AİLESİNE AÇIK MEKTUP / Bedri Baykam / 24 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Sayın Rakel Dink, size bu satırları Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümünde yazıyorum. Bildiğiniz gibi, rahmetli eşiniz Hrant Dink dışında, öldürülen bir çok yazarımız oldu. Atatürkçü veya farklı kimliklere sahip değerli insanlardı. Bu saldırılardan tesadüfen kurtulan tek isim ben oldum. Bu cinayetler hakkında, hem bir çok arkadaşımı kaybettiğim, hem de hedef olduğum için, uzunca düşünme fırsatım oldu, özellikle sizin “bir bebekten bir katil yaratmak”la ilgili sözleriniz üzerine…
O menfur suikast günü, kara haberi öğrenir öğrenmez Agos gazetesine gelmiştim. Gerek gazetedekilere, gerek basına bu alçak cinayet hakkında tepkimizi kendim ve temsil ettiğim kurumlar adına bildirdim. Fakat ne yazık ki, o gün bazı densizler demeç verirken ve daha sonra cenazede bana laf atmışlardı!. Sanki benim ve temsil ettiğim ideolojinin herhangi bir suçlanacak noktası varmış gibi! İşi büyütmedim, çünkü eşinize son görev yapılırken o ortam, 3-5 haddini bilmezin kuru gürültüsüyle kirletilemezdi. Ürettikleri zavallı dedikodulara gelince, hiçbir zaman eşinizin 301 davasında ona hakaret edenler arasında olmadım. Zaten o davalara gitmedim. Maalesef o davalar vesilesiyle her ulusalcıyı, hatta her Atatürkçüyü aynı sepete atarak karalama merakı o günlerde başladı. Orhan Pamuk yargılanırken bu davanın gereksizliğini anlatmak için yazmış ve onun davasına gitmiştim. Bu farklı verileri istedikleri sahte imajı elde etmek için harmanlayan utanmazların medya kirletme taktiğiydi bu.
Eşinizle yakın görüşmüyorduk, ama entelektüel saygılı diyalog çerçevesinde bir ilişkimiz vardı. Atölyem de daha önce bir Ermeni Vakfı binasındaydı ve kendisi orada beni ziyaret etti. Birçok TV tartışmasına katıldık, hepsi son derece uygarca geçti. Hrant yaşasaydı Fransa’nın özürlü anti-demokratik kararına daha önce yaptığı gibi karşı çıkardı. Demokrasi kültürü almış, güzel bir insandı.
Dink davasında hakimin 
“Örgüt olmadığına” dair kararı, vicdanı olan herkesi isyan ettirdi Rakel Hanım. Eşinizin ölüm yıldönümünde yürüyenler de bu vurguyu doğal olarak yaptılar. Çünkü bu cinayetin her noktası tersini bağırıyordu. Ancak bunun üstüne bir de öyle rahatsız edici bir vurgu yaptılar ki, bu sefer vicdanlar farklı sızladı. Dink cinayetini o anlamsız-belirsiz “Ergenekon” sözcüğüyle birleştirmek, gözümde gerek eşinize, gerek onca başka gerçek aydına bir büyük hukuk tecavüzüydü. Bu cinayette örgüt var demek, önümüze konulacak her gerçekötesi senaryoya “evet” demek olamaz. Akıl var, mantık var. Dinci, aşırı milliyetçi, baskıcı, aşırı sağ gruplarla, onlarla hem siyasi aidiyet, hem ideoloji, hem laiklik, hem yaşam tarzı olarak 100% ters ve hatta karşıt düşen Atatürkçü, sol, ulusalcı gruba ait kişileri aynı kanıtsız dev “Ergenekon” şemsiyesi altında toplamak mümkün mü? Bu gruplar arasında görüntü olarak belki tek ortak payda Türk bayrağını sevmeleri ve çoğunlukla “soykırım” iddialarını kabul etmemeleri. Bunlar üzerinden mantıklı bir insan bu gruplara “ortak” gözlükle bakabilir mi? Samast, Tuncel ve Hayal’in ait oldukları geçmiş, ideoloji, parti nerede, Balbay, Haberal, Özkan, Perinçek gibi isimler nerede?
Sayın Dink, biraz empati rica ediyorum: 
Mesela kendinizi biraz da Sayın Gülşah Balbay’ın yerine koyun. Mesela Balbay, Haberal, Özkan, Perinçek, ve Soner Yalçın’ın aileleri, çevrenizdeki insanlar, Sayın Karin Karakaşlı, Dink cinayetinde “Ergenekon” adını telaffuz ettiğinde, ne düşünüyorlardır? Barışı bu ülkede böyle mi tesis edeceğiz? (Eşinizin 301 davasına gelerek aleyhine duruş sergilemiş olarak adı geçenlerin bile, tetikçilerle bağı olduğu bilgisine rastlamadım hiç) Sanki Dink ailesi “yetmez ama evet”çilerin kuşatması altında Rakel Hanım. Onların bugünkü yargıdan şikayetleri size ne derece inandırıcı geliyor bilmiyorum. Çevrenizde bugün yargıya çok güvenen fazla insan var mı? Her fikre inanabilirsiniz. Ama bence eşinizin aziz hatırasını, bu ülkede o referandumdan sonra mahcubiyet içinde yıllarca kıvranmaya devam edecek bir gruba indirgemek çok yetersiz kalır.Son olarak: Aydınlık’ın genel yorumlarından hiç haz etmeyebilirsiniz. Ama çok net ve somut verilerle Dink cinayetinin “F-Tipi Gladyo” ile ilişkisini ortaya koyuyorlar. Naçizane önerim, sizin ve avukatınızın önyargısızca kendileriyle görüşmeleri ve bu ciddi belgelere dikkatle eğilmeleri. Belki bu buluşma, insaf ve mantık duygularını yok eden sözünü ettiğim iddialarla aranıza biraz mesafe koyabilir. Bu ülkede davası ne yazık ki tutarsızlıklarla dolu tek dosya eşinizin ki değil Sn Dink dayanışma, adalet adına beraberce yaşama geçirilmeli. Saygılarımla.

20 Ocak 2012 Cuma

WORLD ART DAY APRIL 15 THE BIRTHDAY OF LEONARDO DA VINCI..






Değerli dostum,
Her haber "kötü" olacak değil ya!
"Sevgililer günü, Anneler günü, babalar günü, kadınlar günü, barış günü, tiyatro günü derken, artık "Dünya sanat Günü" de var!
Nisan 2011 de Guadalajara'da yapılan AIAP Dünya Genel Kurulu'nda, UPSD'nin teklifiyle Leonardo da Vinci'nin doğum günü olan 15 Nisan, "World Art Day" (WAD) yani "Dünya Sanat Günü"  ilan edildi. Altta daha önce belki görmüş olabileceğiniz ingilizce basılmış World Art Day broşürünün pdf format'ı var. 
Sizden ricam, bu önemli günü Türkiye ve Dünya'ya tanıtmak için bu pdf formatlı tanıtım broşürünü mümkün olduğu kadar çok sanatçıya, sanatsevere, yurtdışından tanıdığınız (başta sanatsever, sanatçı ve sanat kurumu olmak üzere) dostlarınıza yollamanız.
UPSD, organize edeceği değişik aktiviteleri ilerleyen süreçte kamuoyuna duyuracak. Bu önemli ve tarihi girişimin ilk fikrinin Türkiye'nin sanatçı örgütlenmesi olan UPSD den çıkmış olması, çok önemli ve sizlerden bu projeye sahip çıkmanızı ve bu bilgiyi mümkün olan en farklı noktalarda bulunan dostlarınıza ulaştırmanızı rica ediyoruz. Türkiye hakkında yurt dışında süreklı gelişen negatif imajlara karşı da etkili olacak bu girişimi destekleyerek bu projeye katkı verirseniz mutlu olurum. Sevgi ve saygılarımla, teşekkürlerimle. Bedri Baykam








17 Ocak 2012 Salı

CHP SIRAT KÖPRÜSÜNDE SN. KILIÇDAROĞLU… / Bedri Baykam / 17 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Hakkınızda hazırlanan fezleke, tabii ki demokrasiye inanan herkesi gerçekten üzdü. Bu fezlekeye karşı dik durmanız alkışlanacak bir tavırdı. Ama şunu bilmelisiniz ki, sizin CHP lideri olarak emeliniz, faşist baskılara karşı, mazlum bir siyasi olarak hapse girmek değil, gücünüzü kullanarak bu gemiyi karaya oturmadan engin denizlerde yüzdürecek formülleri bulmanızdır.
Geçen hafta bu sütunda yayınlanan "demokratik tüzüğün ötelenmesi” konulu eleştiri yazımı okumuşsunuzdur. Bu hafta sonunda “yeterli imza toplandığı takdirde Tüzük Kurultayı'nı toplarım” demeciniz yerindedir ve göstermeniz gereken kaçınılmaz tavırdır. Tebrik ederim, umarım gereğini yaparsınız. Çünkü biliyorsunuz, ülkede her şey olabileceğinin en kötüsüne doğru gidiyor, götürülüyor. Yaşanan gayri-hukuki uygulamaları size hatırlatacak değilim. Tüzük Kurultayı için gerekli imzaların size rağmen toplanabilmiş olmasına sevinmelisiniz. Demek ki, Parti hala nefes alıyor!
Sn. Kılıçdaroğlu, lütfen kendinize şunu sorun: Neden sizin ve Partinizin en büyük destekçisi olması gereken yazarlar, internet grupları ve sivil toplumcular, artık dayanamayarak sizi en sert şekilde eleştiriyorlar? Ya da siz kimlerden medet umuyorsunuz? Yalnız "demode ulusalcıları CHP'den tasfiye etmenizi” isteyen neo-liberallere göre rota çizerek mi bu mücadeleyi sandıkta kazanacaksınız? Onların yönettiği psikolojik harekat tuzaklarına göre, sözde “ezber bozarak”, mesela türbancıları destekleyip, Ordunuzu sürekli kötüleyerek mi başaracaksınız bu “mucize”yi? Büyükanıt’ı sanki bir an önce tutuklatmayı başarmak mı bugün size veya ülkeye daha çok demokrasi getirecek? Bu yöntemlerle mi Ergenekon, Balyoz veya Oda Tv davalarında ayyuka çıkmış hukuki krizleri çözeceksiniz?
Atatürk dönemi hakkında Partiniz üzerinden Dersim’e yaslanarak kurulan büyük tuzağa gardınızı alamadan düştünüz. 12 Eylül referandumunda Anayasa’da yargıyı iktidara bağlayan bir Parti sanki bugün solun tarif ettiği mükemmel Anayasa'ya imza atabilecekmiş gibi, o “uzlaşma” (!) masasına sanki hiç sorgulamadan oturdunuz. Sn. Kılıçdaroğlu, sansürsüz konuşalım: Cumhuriyet tarihini yakınen tanımıyorsunuz. Bu Cumhuriyet’i Atatürk ve silah arkadaşları hangi zorluklara rağmen kurdular, bilmiyorsunuz. Hatta maalesef CHP tarihini ve son 60 yılı da iyi bilmiyorsunuz. Lütfen Cumhuriyet arşivine kapanın ve tüm bu dönemleri sayfa sayfa çalışın. Mesela İnönü’nün 1950-1972 arası nasıl muhalefet yürüttüğüne bakın. Buna çok vaktiniz olmayacaksa, acilen Kurtul Altuğ, Alev Coşkun, Orhan Birgit ve Yekta Güngör Özden gibi isimleri çevrenize toplayarak hızlandırılmış brifingler alın. Çünkü çevrenize aldığınız isimlerin çoğunluğu, bugün yaşanan büyük demokrasi krizini içeriğiyle anlayacak ve aşacak formülleri geliştirebilecek deneyimde değiller.
Son zamanlarda en iyi yazılarını kaleme alan Bekir Çoşkun size “parlamentoya sıkışıp kalmayın” diyor… Balbay “CHP bu fezleke olayı ile ayağa kalkmışken artık oturmamalı” diyor. Gazetelerde “nihayet” CHP'nin Silivri için miting düzenleyeceği haberi var… Sn. Kılıçdaroğlu, CHP sırat köprüsünde ve kendisini ateşe atacak güçlere karşı direniyor. Siz bugün doğru hedefler seçip, bir milyon kişinin toplandığı dev mitingler yapma gücünü kendinizde görmüyorsanız, daha fazla vakit kaybedilmesin. Bu bir yaşamsal iddiadır. Var olmak.. ya da olmamak. Yandaşlara hoş görünerek bunu başaramazsınız. Parti içi muhalefete de kulak verin Sn. Kılıçdaroğlu. Kendinizi ve iddialı yakın ekibinizi artık sorgulayın. “Nerede hata yaptık, niye sondajlar bu kadar kötü? Halk bu kadar şikayet ederken CHP neden destek toplayamıyor? Baykal Başkanlığı bırakırken desteği %28 ken Parti neden bugün %20'lere düştü” sorularını cesaretle Grupta, MYK'da ve PM'de sorun ve yanıtları dinleyin.
Sn. Kılıçdaroğlu, fazla alternatifiniz yok. Ya acilen CHP'yi gerçek potansiyel gücüyle sokağa çıkaracak ve demokratik tepki hakkınızı kullanarak Atatürkçu, demokrat, solcu, Kemalist CHP köklerini en mükemmel şekilde kullanacaksınız, ya da iktidarın size, Partiye, muhalefet odaklarına ve topluma reva gördüğü baskıcı rejime toptan teslim olacaksanız.
Bir milyon kişi, Sn. Kılıçdaroğlu, Gerçek CHP mitingi budur. Halkı arkanıza alarak, demokrasiyi koruma kararlılığını ifade etmek için sokağa çıkmaya, Silivri Mitingi'nde sahaya inmeye hazır mısınız? Yoksa mitinglerin de mi yasaklanmasını bekliyorsunuz? Ya da Balbay’a “içeri” girip mi destek olabileceğinizi sandınız? Lütfen artık daha fazla yaşamsal hata yapmayın Sn. Başkan, saygılarımla…  

16 Ocak 2012 Pazartesi

Fener Lefter için! / Bedri Baykam

Çok zor bir Pazar günü geçirdi Fenerbahçe. Zeki Rıza Sporel ile beraber tarihinin iki büyük efsanesinden birini toprağa vermek, o yoğun ve duygulandırıcı saatleri paylaşmak, kolay değildi. Törenin tümüne her noktada katıldım. En son kabristanda sevgili Büyük kaptan, son yolculuğuna Fenerbahçe bayrağına sarılı bir tabutla çıktı. Onun üzerini toprakla kaplarken yanımda Ali koç, takım arkadaşı Puşkaş Ergun ve torunu Özlem vardı… Mikro Mustafa ve Ogün törene katılan diğer takım arkadaşlarıydılar…
Manisa maçında önce sahaya 11 Lefter formalı cengaver olarak çıktılar. Bu da şık ve güzel bir andı.
Ama sonra maç başlarken herkes kendi formasını giydi ve kuru gerçeğe döndük. Fenerbahçe, kendi tarihinin bir diğer unutulmaz yıldızı Alexsiz çıktığı maçta yine “Maestrosuz” oynamanın zorluklarıyla boğuştu.
Maçın ilk yarısının kesin hakimi sarı lacivertlilerdi. Bol pas, bol şut, atılan 17 şut, 6 isabet..ama sıfır sonuç. Emre Alex yerine pasörlüğe soyundu. Ama oyunu geride kabul eden bir Emre vardı. Caner ve Topuz sık sık sahne aldılar ama can alıcı anlarda başarı kıvılcımlarıyla buluşamadılar. Stoch ilginç şekilde, Alex varken daha kolay aldığı sorumluluklardan kaçınmayı tercih etti, nispeten daha az şut attı. 19. Dakikada egoist arayışlara yenilmese Bienvenu’yu topla kaleye sokabilirdi ama şutu tercih edip kaçırdı. Bal yapmayan arı, devreyi 0-0 kapadı.
Fenerbahçe 2. Yarıda Stoch-Caner verkaçından nefis bir gol bulduktan 3 dakika sonra Bienvenu ile gol kaçırdığına yakınırken bundan bir dakika sonra baskıyla topu altıpasta kapan Topuz, kaleciyi geçtikten sonra şutunu atmakta gecikince İlker inanılmaz bir yerden el refleksiyle bunu cezalandırdı. Ve “atamayana attılar” tabii ki! Serdar’ın bir anlık gafletini değerlendiren Simpson daracık açıyı kullandı. Futbol yine kendi “doğa kanunlarını işletiverdi!
Son yarım saatte Fenerbahçe’nin ikna edici olmayan dağınık baskısı vardı. 77. Dakikada Bienvenu yerini Recep Niyaz’ a bırakırken takımın santrforsuzluğunu tescil ediyordu. Caner’in driplinglerinde son hareketi hep boşa çıkarması dikkat çekiciydi. Topuz’un yerine Özer’in girmesi ise maçı tam kilitlemişken 95. Dakikada Baroni’nin kafasından Yiğit’e çarpan top günün, çubuklunun Lefter’e hediyesiydi. Sonuçta sarı lacivertliler çok iyi oynamadıkları bir maçı, inat, Lefter aşkı, hırs derken hanelerine yazarken soru işaretlerinden kurtulamadılar

Bedri Baykam roportaj videosu..

9 Ocak 2012 Pazartesi

Y-CHP, DEMOKRATİK TÜZÜĞÜ ÖTELİYOR! / Bedri Baykam / 10 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

CHP’de malum komplonun ardından, Baykal istifa edince, Parti’de ve ülkenin sol kesiminin genelinde bir beklenti oluştu. Herkes CHP’nin o andan itibaren topluma açılacağını, oylarını katlayacağını, Parti içinde nihayet oluşturulacak yepyeni bir tüzükle “parti içi demokrasi”nin artık bir yakınma değil, bir övünç vesilesi olacağını tahmin ediyordu. Ama işler hiç de öyle gitmedi. Aradan geçen ve iki yıla doğru gitmekte olan Kılıçdaroğlu Genel Başkanlığı’yla geçen süreçte, CHP ne yazık ki demokratik bir tüzüğe kavuşamadı, toplumun üretken STK’ları ile buluşamadı. Bu da yetmiyormuş gibi Parti hızla kendisine o sarsılmaz köklerini kazandıran CHP ideolojisinden somut ve şaşırtıcı adımlarla uzaklaşmaya başladı. “Yeni CHP” (Y-CHP) olduğunu kendisi iddia eden başka bir parti çıkıverdi ortaya! Laikliği savunmaktan korkan, Atatürk dönemi hakkında yapılan saldırılarda kekeleyen, özgürlüklerin, yazar ve sanatçılarının arkasında durmaya çalışmayan, AKP politikalarına imrenir gibi onu taklide kalkışan, muhafazakarlığa teslim olmuş bir “çakma” CHP… Kimse bu tanımlamadan alınmasın. Siz geçmişinizi ve politikalarınızı gömüp, ortaya farklı kılıkta çıkmış başka bir Parti haline dönüşürken, ne olursanız olun artık “gerçek CHP” olamazsınız. Böyle bir farklı parti özlemi olan başka insanlar, dürüstçe YDH veya ÖDP gibi başka Partiler kurmuşlardı!
CHP bu “metamorfoz”u yaşayıp, Cumhuriyeti çökerten psikolojik harekatın kalemşörlerine “şirin” görünmeye çalıştığında, AKP’nin Cumhuriyet’i çökerten adımlarına
“dur” diyebildi mi? Hayır. Silivri’de yatan iki vekilini, o tutmayan “yemin etmeme” restinden sonra dışarı çıkarabildi mi? Hayır. Peki, özgürlükleri, laikliği ve yaşam tarzı savunularını 2. Plana atmayı tercih etti de oylarını mı arttırdı? Yine hayır. Neyi mi başardı CHP? Dost acı söyler. Hele şu günlerde yakın ufukta seçim yokken daha da rahat konuşur: CHP, aydınlara “yalnızsınız, ben arkanızda değilim, sizi savunamam, ben varoşlardaki AKP oylarına oynuyorum” mesajını vermeyi başardı (!). CHP, TSK infaz edilip kılıçtan geçirilirken, küçük serzenişler eşliğinde bu kıyamı duyarsızca seyretmeyi başardı (!!). CHP “Ne olacak bu ülkenin hali, artık kalbim dayanmıyor” diyen halk kitlelerinin umutlarını söndürmeyi başardı (!!!). CHP “yeni bir tam demokratik tüzük yapıp yoluna devam eder ve halkı arasına katıp iktidar olabilir” diyen Parti içi demokratik ateşi de ne yazık ki söndürdü! Ancak bunları aktifine (!) geçirebildi!
Baykal döneminde hangi şikayetler yükseliyordu CHP’den? Anti-demokratik bir tüzük, sorgusuz-sualsiz görevden alınan ilçeler, iller, genel merkezde yapılan atamalarla kör topal yürüyen adaylıklar, CHP kökeniyle alakası olmayan alakasız işadamları, hatta sonradan AKP’ye kaçanlar, kapalı kapılar… Ne değişti yeni yönetimle? Koca bir hiç. Kendisi henüz Grup Başkan Vekili iken hazırladığımız tüzüğü önceden bilen, hak veren Kılıçdaroğlu, şimdi “kraldan fazla kralcı” oldu, yeni koltuğunu kaybetmemek için bazı takım arkadaşlarının manevraları ve taktikleriyle arasına mesafe koymadı. Parti çıkarlarının gerekleri ikinci plana itildi, delege ve alan koruma gibi, eski tas eski hamam siyaset tarzları tercih edildi. Bugüne kadar kendisinin kararıyla onca il başkanı, gençlik ve kadın kolu başkanı, ilçe başkanı görevden alındı. Parti Meclisi’nde “Tüzük Kongresi” isteyenler dışlandılar. Nihayetinde Kılıçdaroğlu bu sürekli ertelenen “üvey evlat” tüzük kongresi’ni, Kurultay’ın veya Kongrelerin ertesine atarak, genel seçimlere yine kendi seçtiği delegelerle girme yolunu tercih edeceğinin işaretlerini verdi. Bunlar, demokrasi taleplerine karşı maalesef yakışıksız çabalar. Gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum: Siyasette koltuğa oturanın başı dönüyor, belleği zayıflıyor, selefine dair eleştirdiği tüm defoları sanki hücrelerine geçiriyor. Bunun nedenlerini nasıl izah ederiz ki? Bu yazımı okuyan kimileri hemen “CHP’yi karıştırmayın şimdi” diyebilir. Halbuki CHP bu statüsüyle, tam tersine şimdilerde çalkalanmazsa, yine bilmem kaçıncı kez hüsranla tanışacak! Ve bu belki Parti’yi bitirecek!
Baykal’ı en çok eleştirmiş insanlardan biriyim. Baykal döneminde de CHP anti-demokratikti, ama hiç olmazsa çizgisinden ödün vermiyor, ülkenin karanlık maceralara çekilmesine sokaktan da “dur” demeyi akıl ediyordu. Hiçbir liderin
“Efendim beni, yerine oturduğum insanla kıyaslamayın” deme lüksü yok. Dost acı söyler demiştik, değil mi?
Peki bu ülkede demokrasi ve hukuk iflasa taşınırken, Y-CHP ne işe yarıyor, nasıl bir koruyucu duvar oluşturmaya gayret ediyor? Ya da böyle bir gayreti var mı?
Türkiye uçurumun neresinde? Haftaya…

KRALEX TEKRAR SAHNEDE!



Gaziantep maca cok hizli basladi. ust uste kacan 3 pozisyon, daha dogrusu, Volkan in yaptigi 3 mukemmel kurtaris vardi. Baroni nin 11. Dakikadaki uzaktan sutunu saymazsak sahanin krali Antepti. Nitekim, "geliyorum" diyen gol, bir dakika sonra kontratakta Sosa'nin pasinda Bekir Ozan in ayagindan filelerle bulustu. Fenerbahce golden sonra da kendine gelemedi. Amatorce paslasmalar, bos sahalar yaratamayan verkaclar ve bunun karsisinda rakibinin zaaflarini gorup defansa cekilecegine 2. golu arayan, Sari lacivertlilere inat aciklari mukemmel kullanan bir Antep... Ama alaturkalik devrenin son dakikasinda misafir takimi vurdu. Alakasiz bir pozisyonda orta sahada top suren Stoch'un bilegine arkadan basan Kerim'e hakem 2. saridan hakli bir kirmizi verince Antep 10 kisi kaldi. O anda Kendilerini hic ilgilendirmeyen itirazlara kovboyculuk oynamak bazi isteyen bazi Fenerliler de katilinca El Yasa disinda Baroni de sarariverdi.

2. yariya girerken Kocaman, Semih ve Gokay' i cikarip, oyuna Bienvenu ve Caner' i alarak basladi. Baslarda, Fenerbahce nin panikle dolu psikolojisinden nasibini alan taraftarlar, olur olmaz her pozisyonda hakemi etkilemeye calisirken kendi oyuncularini da arada oyundan dusurduler.Dakikalar hizla erirken ciddi gol pozisyonu yoklugu, Sari lacivertlilerin sozde baskisinin kuru gurultu oldugunu ortaya koyuyordu. Belki 66 da Bienvenu nun kafasi disinda Fenerbahce o 75 ve 77. deki muthis 2 dakikasina kadar umut bile verememisti. Ama Alex' in once Ziegler'e asist yaptiran ardindan da Baroni' ye asist yaptigi iki hareketle sari lacivertliler Atom karinca Stoch ve gizli golculeri Baroni nin ayagindan Saracoglu'nda patlamayi bekleyen 12. adamlarini ayaga kaldirdilar. Kalan dakikalarda, tribunlerde futbolun futbol disi anlamlar yuklendigi duygusal anlar yasandi.
Alex in Topuz a yaptirdigi son asistle gelen 3. golun ardindan tek dikkat ceken nokta, Alex ve Topuz'un yine birbirleriyle gol sevinci yasamama inadiydi.
Boylece Fenerbahce, elinde kalan son rekorunu Saracoglu' nda 32 maca tasiyarak gecen haftanin moral bozuklugunu atlatmayi basardi ve uzun suredir ilk defa 2. yaridaki oyunuyla umit verdi.

6 Ocak 2012 Cuma

'Döngü'


Description: http://www.bedribaykam.com/ecard/ecard_banner.jpg

A. Halim KULAKSIZ

"DÖNGÜ"

9 Ocak – 11 Şubat 2012

Description: http://www.bedribaykam.com/ecard/at-arabasi-1.jpgA. Halim Kulaksız’ın yaşamın döngüsüne fotografik olarak özel bir yorum kattığı“Döngü” isimli sergisi 9 Ocak 2012’de  Piramid Sanat’ta açılıyor.

Fotoğraf sanatında 50 yılı aşkın bir süredir eserler üreten Kulaksız’ın son 2 yıldır üzerinde çalıştığı “Döngü” serisi, bilgisayarda özel bir teknik ile düzenlenip, sanatçının kendi fotografik ve bilgisayar yorumu ile özel bir sunumla sergileniyor. Toplam 30 eserden oluşan sergi dünyadaki en ileri müze sunum teknolojileri ve DIASEC tekniği ile üretiliyor.
Sanatçı sergisine dair görüşlerini şöyle aktarıyor; “Hayatın kendisi bir döngüdür. Bizler aslında lineer bir çizgide devam ettiğini sandığımız hayat çizgimiz uzaktan bakıldığında sadece kendi etrafından dönen bir çemberden ibaretiz. Başladığımız nokta aslında sona erdiğimiz noktadır. Arada geçen zaman ve yolculuğun kalitesi, güzelliği ve hoşlukları bizim hatıralarımızı oluşturur. Bizim de yapmamız gereken, bu sergide yapmak istediğim gibi, bir adım geriye atıp hayatımızın bu döngü içindeki gerçek anlamını bulmaya çalışmaktır.”
Sergi 11 Şubat 2012 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.
A Halim Kulaksız, bu sergiyi 41 yıllık hayat arkadaşı ve 9 Kasım 2011 tarihinde kaybettiği Sevgili Eşi R. Aysel Kulaksız'ın anısına ithaf ediyor…
Açılış:  
9 Ocak 2012 Pazartesi
Saat:  
18:00 - 21:00
Yer:  
Piramid Sanat
Bilgi için:
Tuba Kurtulmuş
0212 297 31 15-20-21
Description: http://www.bedribaykam.com/ecard/ecard_bottom.jpg
Description: http://www.bedribaykam.com/ecard/ecard_logo.jpg
© 2011 Piramid Sanat
Feridiye Cad. No:23 Taksim - İstanbul
T: 0212 297 31 15-20-21 | F: 0212 297 44 11
info@piramidsanat.com | piramidartcenter@gmail.com | www.piramidsanat.com
Bu e-mail size Piramid Sanat etkinliklerini duyurmak amacıyla info@piramidsanat.com adresinden gönderilmiştir.
Mail listemizden çıkmak istiyorsanız buraya tıklayınız.
Maili düzgün görüntüleyemiyorsanız lütfen buraya tıklayınız.


4 Ocak 2012 Çarşamba

FENER BUNA DA SUKRETSİN / Bedri Baykam


Fenerbahce Alexsiz kadrosunda kaptanin yerine son donemin en cok elestirilen oyuncusu Ozer i alarak basladi. Sari lacivertliler adina bu karar yine pek hayirli sonuclar vermedi. Gol yollarindan haritasini kaybetmis tedirgin bir turist kadar uzak duran takimin sahada eksik olan hirsi degil, akli ve oyun bilinciydi. En iyi niyetlerle bu maci izleyen hic bir taraftarin, bu takimin hangi yontemlerle gol atabilecegini anlamasi mumkun degildi!  Stancu nun bir Orduspor kontrataginda 35 metreden attigi nefis sut, ust aglarin tozunu alirken vicdani olan her Fenerli bile bu gole sapka cikardi. Orduspor, golden sonra kapanacagina 2. Gol yollarini zorlamayi ihmal etmedi. Gokhan Gonul un uzaktan attigi sut Fener in tek artisiydi bu dakikalarda...

2.yariya Fenerbahce Stoch un yerine Caner, Ozer in yerine Dia yi alarak basladi. bu hamleler, Stoch un niye ciktigi anlasilamasa da, takimi hareketlendirdi. Sari lacivertliler hizli bir atakta Semih in asistiyle ceza sahasi nin hemen disinda topla bulusan Emre nin akil dolu sol ic plasesiyle beraberligi sagladi. Yine Emre nin bir serbest vurusunda, Serdar Kesimal in bir metreden attigi kafa sutunu kaleci sansli bir refleksle cikardi. Mac orta sahada sert ve tempolu havasini kaybetmeden surerken Aykut son sansini Baroni nin yerine Bienvenue degisimi ile kullanirken, Maci kazanamamanin getirecegi sikintilarin farkindaydi. Fakat bahtsiz Fener orta sahasi ve forvetleri  komik pas hatalariyla  herhangi bir sekilde rakibi zor duruma dusurmemeye yeminliydi sanki. Buna hakemin her takdir hakkini ev sahibinden yana kullanmasi da eklenince sari lacivertliler son 10 dakikada hic pozisyon uretemediler. 87. Dakikada yarim metreden Stancu golu kacirinca skor beraberlige kilitlendi.
Bu gidisle Fenerbahce ciddi 1-2 transfer yapamazsa, bu sene play-off un umut vermeyen takimi sifatina kadar geriler...

Çakal.../ Bekir Coşkun


Bekir Coşkun

 

Çakal...

04 Ocak 2012 Çarşamba
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun yönetimine getirdikleri kişi, “Atatürkçü olmayı hakaret sayarım” dedi ya...
Demek ki görevinin bilincinde...
Atatürkçü olsa niye orada olsun?..
*
Ben şaşırmadım...
Dört yıl önce “O benim cumhurbaşkanım değil” dediğim Abdullah Gül’ün,Atatürk kültürünü, dilini ve tarihini “Atatürkçü olmayı hakaret sayan”birisine teslim etmesi çok da normal geldi bana...
İyi ki “O benim cumhurbaşkanım değil” demişim...
Ben Atatürkçüyüm çünkü...
O gün bu gündür Atatürkçüler itilip kakıldılar...
Hapishaneler bizlerle dolu...
Ölenler hücrelerde öldü...
Kalanlar hasta...
Zindanda arkadaşlarımız...
Çocukları gidip sarıldıklarında, babaları küf ve çimento kokuyor...
*
Atatürkçü olsaydı hapisteydi...
Normaldir; Atatürk’ün dil, tarih, kültür mirasını emanet ettikleri birisinin“Atatürkçü olmayı hakaret kabul ederim” demesi...
Şimdi bir Atatürk kurumunun başında oturup, Atatürkçülerden nefret etmek gibi enteresan bir görevi var...
Bu bir yıkımın...
Bir istilanın...
Bir intikamın...
Bir kinin...
Bir nefretin...
Bir yokedişin görevlisi...
*
Geri kalanı sadece çakalın hikâyesidir...
Çakal, ava çıkmış yırtıcıları izler...
Yırtıcı avının peşinden giderken, çakal saklanarak arkasındadır...
Yırtıcı avını parçalayıp yok ederken, o sinip bekler... Kanlı kavgadan geri kalacak atıklarla karnını doyurmaya bakar sadece...
Çakal...
*
Atatürkçülük; bağımsız, özgür, demokrat, saygın, çağdaş, modern, gelişmiş bir ülkenin bireyi olma idealinin adıdır...
Adam olmaktır Atatürkçülük...
Sana hakaret olur...
Sen olma...
Yakışmaz...
 

3 Ocak 2012 Salı

RUSYA: PUTİN’E BÜYÜK MUHALEFET TEHDİDİ / Bedri Baykam / 3 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Yılbaşını Moskova ve St. Petersburg’da geçirdik. Rusya’nın son 20-30 yılda nereden nereye geldiği inanılmaz! Kadın çorabı bile bulunamayan ülkede, bugün batılı tüm markalar cirit atıyor, Mc Donalds ve Starbucks, Kiril alfabe yazılışlarıyla sokakları dolduruyor. “Daha 1990’larda tuz veya tuzluk yoktu bu ülkede, vitrin kavramı bile yoktu, Betonarme dökmeyi bizden öğreniyorlardı, onlarla da yalnız ya Lenin, ya Stalin, ya da Kruşçev tipi prefabrik evler yapılırdı” Bu sözler 20 yıldır Rusya’da yaşayan Türk mimar-müteahhit Gökhan Tuncalı’ya ait. Değişen Rusya hakkındaki bazı sorularımı böyle yanıtlıyor.
Rusya’da 1900’lerin en başlarında doğup bugün hala yaşayan insanlar yok mudur? Herhalde İnönü’nün
“insan ömrüne sığan değişiklikler hayret vericidir”sözleri onlar için sarf edilmiş! Çarlık Rusyası, Ekim Devrimi, Komünist rejim, Lenin, Stalin, “Gulag” dönemi, Soğuk Savaş, Glasnost ve … ne idüğü belirsiz yeni dönem! Rusya bugün Komünizm, Liberalizm ve faşizm sentezine benzeyen mantık dışı bir yerlerde sanki yeni rejimini arıyor. Son 10-15 yılda felç geçirircesine durağanlaşmış muhalefet, şu anda dev bir kıpırdanma içinde. Büyük dalga, Komünist Parti’den değil, internetten geliyor. Arap dünyasının “Çakma baharı”ndan daha başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek.
Rusya’da “muhalefetçilik” zor zanaat. Zaten bu ülkede insanın pek bir değeri yok. Hatta bununla ilgili bir atasözleri de var
; “Ne fark eder, bir eksik bir fazla, burası kocaman Rusya”.Her an helikopteriniz “şanssız bir kaza sonucu”düşebilir, ya da gazeteci Anna Politkovskaya gibi apartmanınızın asansöründe dört kurşunla vurulmuş bulunabilirsiniz. Ya daLebedev veya Khodorkovsky gibivergi soruşturması sonucu yıllarca hapislerde çürüyebilirsiniz. Bunların ötesinde yeni dönem “düşmanlar” olan blogger’lar, her an kelle koltukta yaşıyorlar. 4 Aralık’ta yapılan seçimlerde program üstünden sahtekarlık yapıldığı iddiaları ile on binlerce insan sokaklara döküldükten iki hafta sonra, 24 Aralık’ta, ikinci büyük muhalefet buluşması, Moskova’da 1993’den beri ilk defa 100.000 kadar insanı bir araya getirdi. Henüz tam bir lideri olmayan bu muhalefetin öne çıkan ismi Alexei Navalny. Konuşmasında “Ben burada Kremlin’i ve Beyaz Saray’ı alacak bir güç görüyorum, evet, biz barış içinde bu değişimi gerçekleştirmek istiyoruz, ama sabrımızın sınırı var” gibi iddialı sözler sarf eden ve en son 15 gün hapis yatan Navalny’nin dışında, bu sene 14 kere tutuklanan Sergei Udaltsov hala hapiste ve üst üste açlık grevleriyle hükümeti terletiyor. Twitter ve bloglardan çığ gibi büyüyen bu taze muhalefetin zaafı, birleşik olmaması. Ana sloganı “biz, halka ait olanı alın”olan Navalny’nin karizmatikliği çekememezlik yaratırken, milliyetçilerle olan işbirlikleri eleştiri alıyor. Liberal muhalif, efsanevi dünya satranç Şampiyonu Garry Kasparov da dikkat çeken isimler arasında: “Artık biz daha kalabalığız, büyüyoruz ve korkularımızı yendik” diyor.
Tabii atılan sloganlara bakılırsa bu başkaldırının cesareti hemen ortaya çıkıyor. Duma seçimlerinin iptali ve Seçim Kurulu Başkanı’nın istifasını isteyen kitleler, Putin’in “Birleşik Rusya”sının
“Dolandırıcılar ve Hırsızlar Partisi”olduğunu haykırıp Kremlin’in “çetevari” işgaline son vermek istediklerini vurguluyorlar. Bu muhalefetin tek koldan değil de atomize parçalar halinde sürdürdüğü merkezsiz kuşatma, Putin ekibine daha ağır bir fatura bırakıyor. Devlet televizyonunun saptırılmış yayınları artık halkı sakinleştirmeye yetmiyor. 4 Mart’ta yapılacak başkanlık seçimlerinde Başkan Medvedev’le yer değiştirmek isteyen Başbakan Putin, (Hay Allah, bu bana neyi hatırlattı acaba?) gelişmelerden son derece rahatsız. Henüz bizim ülkenin geliştirdiği “ileri demokrasi”metodolojilerini (!) tam keşfedemediği için, sokak muhalefetini bastıramayan Putin, “muhalefetle diyaloga girelim de, kiminle konuşacağız ki”diyerek ortadaki bölünmüşlüğe gönderme yapıyor. Potansiyel liderleri sürekli içeri girip “çıkan” direnişin tek ortak noktası ise “Putin’e oy yok” sloganı. Rusya, birçok gelişmeye gebe. Sosyalizmin, “liberal faşizm” e kalıcı dönüşü, sancısız yaşanmayacak. Protestocuları maymunlara, sembolleri beyaz kurdeleyi de prezervatife benzetme gafını yapan Putin’in başı daha çok ağrır. Çünkü batıya karşı kan içici bir tirana dönüşmeden, sakin yollardan bu yangını nasıl bastıracağını pek bilemiyor. Sokak muhalefeti bize oranla çok daha güçlü ve daha özgür olan Rusya, dünyayı şaşırtacak günlere doğru yol alıyor.